DÜNYANIN BÜYÜK KRALI VE TAHTAKURUSU... (C. DAVUTOĞLU)
Gençliğimde büyük ustanın roman ve hikayelerini okurdum... Bazen kahkahalarla gülerdim, bazen derin düşüncelere dalardım. Büyük Usta öyle konulara değinirdi ki aradan 40-50 yıl geçse de, hala güncel gibi okuyabilirsiniz...
Evet! Büyük usta Aziz Nesin'den bahsediyorum... Bugün bir hikayesini sizlerle paylaşıyorum " DÜNYANIN BÜYÜK KRALI VE TAHTA KURUSU"
Hikayedeki kralın yerine kendinizi koyun. Hiç kimseyi olduğundan fazla değer verip beslemeyin... O acıdığınız, karnını doyurduğunuz, bir gün gelir sizden beslenip, yine de açım açım deyip sonunda sizi yiyebilir.
Büyük usta Aziz Nesin'in çok sevdiğim bu hikayesini beğenirseniz, başka hikayelerini de sizlerle paylaşabilirim...
DÜNYANIN BÜYÜK KRALI VE TAHTAKURUSU
Bir varmış bir yokmuş... Kiminde az olan, kiminde çokmuş. Karnı tok olanın gözü aç, gözü aç olanın karnı
tokmuş. Vur vuranın, kır kıranın, Ali kıran baş kesenin çok olduğu bir yerde, insafın hiç olmadığı bir
zamanda bir
ülke varmış. Bu ülkede yaşayanlar yılın bir günü tartılırlar, kim daha ağır gelirse, o ülkenin kralı olurmuş.
O yüzden
orada yaşayanlar, kral olabilmek için durmadan dinlenmeden yerler, içerlermiş ki, şişmanlasınlar da
tartıda ağır
çeksinler.
O ülkede cılız, sıska, kanı iliği kurumuş biri varmış. O da öbürleri gibi, gece gündüz,
- Ah bir kral olsam, ah bir kral olsam... der dururmuş... Böyle dermiş ama, gözünde yaşı var, tasında aşı
yokmuş.
Ne yesin, ne içsin de şişmanlasın?..
Bir gece, kulübesinde hart hart kaşınmaya başlamış. Hem tatlı tatlı kaşınır, hem de biyandan acı acı
düşünürmüş:
- Ah, nasıl bir kral olsam, ah nasıl bir kral olsam... Kemiğine yapışan derisini bişey ısırıp duruyormuş.
Adam, elini
sırtına atmış, bacaklarının arasına bakmış. bitürlü bu ısıran şeyi bulamamış. Elinden başka bişey
gelmeyince de
boyuna kaşınır, durmadan da,
- Kral olsam, kral olsam... dermiş. O böyle söylenirken, kulağına vızıltı gibi bir ses gelmiş. Kulak
kabartmış. Vızıltı
şöyle dermiş:
- Bu adamın da, hiç kanı canı yok... Adam sabaha kadar,
- Ah kral olsam... deyip kaşındıkça, o vızıltı da,
- Bunda ne kan, ne can var... dermiş. Sıska adam,
- Kimdir o?.. diye karanlığa sormuş. Karanlıktan vızıltı,
- Benim!.. Ben, tahtakurusu!.. demiş.
- Neredesin?
- İki kürek kemiğinin ortasında.
- Şöyle gel de seni göreyim...
Tahtakurusu, adamın sırtından dizine gelmiş. Açlıktan zar olmuş bir tahtakurusu, karnında bir sıkımlık kan
yok.
Adam,
- Ne söylenip duruyorsun?.. demiş. Tahtakurusu da ona,
- Bütün gece vücudunda dolaştım, emecek bir damla kan bulamadım. Ya sen ne söylenip duruyorsun?..
demiş.
Adam, tahtakurusunu iki parmağının arasına almış, tam ezeceği sırada tahtakurusu,
- Beni ezme, ben senin kral olmana yardım ederim... demiş.
- Sen bir tahtakurususun,benim kral olmama nasıl yardım edersin?
- Sen beni besle, ben de seni beslerim. İkimiz de şişmanlarız. Sen şişmanlayınca kral olursun, ben de
senin
sayende yaşarım.
- Peki ben seni nasıl besleyeyim?
- Senin hiç düşmanın yok mu? Beni düşmanlarının yanına götür, bırak. Ben onların kanını emerim. Öyle
emerim ki
şaşarsın. Eme eme kanlarını kuruturum. Sen de onların nesi var nesi yoksa hepsine konarsın.
Tahtakurusunun bu sözleri sıskanın aklına yatmış ama, düşünmüş taşınmış, hiçbir düşmanı yok...
Tahtakurusuna,
- Benim düşmanım yok ki... demiş. Tahtakurusu da ona,
- Nasıl olur? demiş, yeryüzünde her yaratığın düşmanları vardır. Senin de düşmanın vardır ama, haberin
yok.
Hele bir düşün bakalım...
Adam düşünmeye başlamış:
- Acaba düşmanım kim? Şu mu, bu mu, o mu, yoksa öbürü mü? Tahtakurusu,
- Bu saydıklarının belki hepsi de senin düşmanlarındandır da sen bilmiyorsun. En korkunç düşman, sana
güler
yüz gösteren sinsi düşmandır... demiş. Adam,
- Doğru... demiş, tahtakurusunu alıp, bir komşu evin penceresinden içeri bırakmış... Kendisi de çullarının
arasına
girip uyumuş.
Ertesi gece yine,
- Ah bir kral olsam, ah bir kral olsam... deyin dururken, o sesi yine duymuş ama, daha kalınlaşmış bir
sesmiş.
Bir de bakmış, tahtakurusu. Ama tombul bir tahtakurusu,
- Bak, bir gecede fıstık gibi oldum, beni götür de düşmanının kanını emeyim... demiş.
Adam yine komşusunun evine götürmüş tahtakurusunu.
Daha ertesi akşam, fındık kadar irileşen tahtakurusu yuvarlana yuvarlana gelmiş,
- Bak gördün mü, ne kadar oldum, demiş, bana sen düşmanlarının kanını emdir, daha da büyürüm.
Adam,
- Sen şişmanlıyorsun ama, demiş, bana bişey olduğu yok.
- Acele etme, çok geçmeden sen de o kadar şişmanlayacaksın ki, sonunda seni kral yapmak zorunda
kalacaklar.
Adam, her gece tahtakurusunu komşusunun evine bırakır, ertesi gece tahtakurusu döner gelirmiş.
Gelirmiş ama,
her seferinde biraz daha irileşerek. İrileşe irileşe, ceviz kadar, elma kadar, fare kadar olmuş.
Fare kadar olunca, komşusu artık bu tahtakurusunun yüzünden evinde duramaz olmuş, çoluğunu çocuğunu
alıp
başka bir yere çıkmış. Sıska da, komşusundan boşalan eve taşınmış. Ağaçlarındaki meyveleri, bahçesindeki
sebzeleri yemeye başlamış. Böyle böyle sıskacık adam da toplanmış, az çok kendine gelmiş.
Ama tahtakurusu,
- Benim karnım aç, bana emecek kan bul!.. dermiş. Adam boyuna, "Acaba benim düşmanım kim?" diye
düşünürmüş.
- Dün sabah filan kişi hatırımı sormadı, sakın düşmanım olmasın?
- Yoksa benim düşmanım falanca mı? Evet, o olacak. Çünkü hiç bana selam vermiyor!
- Belki de düşmanım işte şudur. Şimdiye kadar hiç bana yardım etti mi?
Tahtakurusunu alır, her gece bir düşmanın evine salıverirmiş.
Tahtakurusu da düşman kanı eme eme, kedi kadar olmuş, derken tavşan kadar olmuş. Bir evden içeri girdi
mi,
kim varsa gırtlağına yapışır, kanını emer, öldürürmüş. Tahtakurusunun sahibi de, ölen adamın evine,
malına
konarmış. Konunca da yer içer, şişmanlarmış. Ama tahtakurusu hiç durmaz,
- Bana düşmanını göster, kanını emeceğim. Benim karnım aç!.. dermiş.
Artık tahtakurusu azgın bir buldog köpeğine dönmüş. Kimi görse hırlar, üstüne atılırmış. Sahibine karşı da,
sadık
bir köpek gibiymiş. Hiç onun sözünden dışarı çıkmazmış. Adam, tahtakurusunu iplerle bağlamış.
Tahtakurusu
ipleri sökmüş. Zincire bağlamış, zincirleri koparmış. Kan emip, karnı doyduğu zaman yatıp uyuyor, karnı
acıkınca
bitürlü uslu durmuyor, hep bağırıyormuş:
- Karnım aç, bana düşman bul, kanını emeceğim...
Adam, birisinin kızını ister, kızı vermezlerse onu düşman bilirmiş. Hemen tahtakurusunu üstüne salarmış
adamın.
Birisi yanlışlıkla ayağına bassa,
- Vay benim düşmanımsın!.. diye onu tahtakurusuna yedirirmiş.
Tahtakurusu boğa kadar olmuş. Adam da şişmiş de şişmiş. Sonunda kral seçimi için, tartılma zamanı
gelmiş.
Herkes gibi o adam da tartılmış. Adam o kadar ağırmış ki, tartıldığı odun kantarı çekmemiş, kopmuş.
Ahali,
- Şimdiye kadar başımıza hiç bu kadar büyük bir kral gelmedi. Tarihimizin en büyük kralı... Yaşasın Büyük
Kral!..
diye alkışlayarak yeni kralı saraya taşımışlar. Azgın tahtakurusu da kralın yanı başında tahtın yanına
kurulmuş.
Gece otunca tepinmeye, bağırmaya başlamış:
- Karnım aç... Kan isterim, can isterim!.. Kral, Baş Nazırını çağırmış,
- Krallığımızın içinde bana düşman olanlar kimlerse, çabuk bul getir... demiş.Baş Nazır,
- Aman efendimiz, demiş, ülkenizde hiç kimse size düşman değildir. Siz zorla kral olmadınız ki... Sizi
millet tarttı.
Herkesten ağır geldiğiniz için kral oldunuz. Sizin düşmanınız yoktur.
Kral,
- Olamaz öyle şey, diye bağırmış, ben bir kral olayım da benim düşmanlarım olmasın... Çabuk, bana
düşmanlarımı
bulup getirin!
Baş Nazır bu işe şaşmış ama, ne yapsın. Kralın fermanı... Bütün nazırlara, nazırlar da kendilerinden sonra
gelenlere emir vermiş.
- Nerede kralımızın düşmanı varsa tutup getirin! Başlamışlar düşman aramaya... Ama düşman yok. Baş
Nazır,kendi başından korktuğu için,
- Her kim sağa bakarsa kralımızın düşmanıdır, tutup getirin!.. demiş.
Bu emri duymayıp sağa bakanları kralın düşmanı diye getirmişler. Tahtakurusu, bunları bir solukta yemiş.
Yemiş
ama doymamış:
- Ben kan isterim, karnım aç!..
Başını duvarlara vurdukça sarayın temelleri sarsılırmış. Baş Nazır,
- Her kim sola bakarsa kralımızın düşmanıdır... demiş.
Hiç kimse sağa sola bakamaz olmuş. Yanlışlıkla bakanları tutup getirmişler. Fil kadar olan tahtakurusu
bunların
üzerine atılıp kanlarını emmiş, daha da şişmiş.
- Karnım aaaç!.. diye bağırdıkça yer gök sarsılırmış. Tahtakurusuna düşman bulabilmek için, ileri bakan,
geri
bakan, aşağı bakan, yukarı bakan, hep düşman sayılmış. Artık o ülkedekiler, kralın düşmanı sanılıp da
canlarından
olmamak için, gözlerini kapamışlar, hiçbir yere bakmamışlar. Ama kral,
- Bana düşman lazım. Çabuk düşman bulun!.. diye kükremiş.
Nasıl kükremesin? Kan eme eme saraya sığmayacak kadar irileşen tahtakurusu, öyle azmış ki, krala bile,
- Ya bana emecek kan bulursun, ya senin kanını emerim!.. demeye başlamış.
Kral, düşman bulamazsa, kendi canından olacak. Kralın düşmanı olmamak için hiç kimse de evinden dışarı
çıkmıyormuş. Ne yapsınlar? O ülkede bir "Düşman Arama - Bulma" örgütü kurmuşlar. Tahtakurusuna her
gün
daha çok düşman gerekli olduğundan, örgüt de gündengüne genişliyor, büyüyormuş. Herkes kendi canını
korumak için, birini,
- Bu, kralımızın düşmanıdır!.. diye haber vermeye başlamış.
Ama bitürlü tahtakurusunun karnı doymuyormuş. Nasıl doysun? Kan emdikçe şişiyor, şiştikçe acıkıyormuş.
Evlerinde gizlenen insanları zorla dışarı çıkarırlar,
- Bugün günlerden nedir? diye sorarlarmış. Günlerden çarşambaysa,
- Bugün çarşamba... diyenleri kralın düşmanı diye yakalar, tahtakurusunun önüne atarlarmış.
Artık herkes çarşambaya, perşembe demeye başlamış. Ama bu da yetmemiş. Tahtakurusunun ayaklan
yerde,
sırtı bulutlarda. O kadar büyümüş. Krala hırlar,
- Bana emecek düşman kanı bul, karnım aç! Yoksa seni yer yutarım!.. dermiş.
Kral, tahtakurusunun korkusundan, çevresindeki herkesi düşman görmeye başlamış. Sarayda kim varsa,
- Siz benim düşmanımsınız!.. diye bağırır, onları tahtakurusunun fırın ağzı kadar geniş, alevli ağzına
atarmış.
Bütün nazırları, baş nazırları, en yakınlarını bile tahtakurusuna vermiş. Sonunda "Düşman Arama - Bulma"
örgütünü de tahtakurusuna yedirmiş. Tahtakurusu o kadar büyümüş ki, hantal, iri vücudu, bütün ülkenin
üstüne
çökmüş. Çenesini açıp, boğa yılanı gibi dilini krala uzatıp,
- Karnım aç!.. Bana emecek kan bul!.. demiş. . Kral sağına bakmış, soluna bakmış, arkasına bakmış,
önüne
bakmış, kendisinden başka kimse yok. Başlamış kaçmaya. Ama nereye kadar kaçacak? Koca kral,
tahtakurusunun
yanında pire kadar bile kalmıyormuş. Tahtakurusu, parmağının ucundaki ağaç dalı uzunluğundaki bir kılla
kralı
yakalamış.
- Bana düşmanını göster, onun kanını emeyim. Karnım aç!.. diye alev alev solumuş.
Kral ağlamış, yalvarmış, tahtakurusunun önünde yere kapanmış. Ama hiçbiri para etmemiş.- Bana düşmanını göster, kanını emeceğim.
- Kralın sağ elinin işaretparmağı kendi göğsüne uzanmış.
Tahtakurusu, hüüp diye, dünyanın en büyük kralını yutuvermiş.
Aziz NESİN
DÜNYANIN BÜYÜK KRALI VE TAHTAKURUSU... (C. DAVUTOĞLU)
DÜNYANIN BÜYÜK KRALI VE TAHTAKURUSU... (C. DAVUTOĞLU) Gençliğimde büyük ustanın roman ve hikayelerini okurdum... Bazen kahkahalarla gülerdim, bazen derin düşüncelere dalardım. Büyük Usta öyle konulara değinirdi ki aradan 40-50 yıl geçse de, hala güncel
07 Şubat 2015 Cumartesi 21:00