Ağır ağır bir yağmur var havada öyle ki gözlerine vurduğunda her damla sanki ağlıyor, sanki haykırıyor. Yazdığım ev ucu bucağı görünmeyen bir dağın eteği. Havada kararmaya başlıyor hafiften. Tek değilim bir dostum var yanımda. Ama yazımın her satırında yalnızlığı tadıyorum. Yıl 2009 ama elimde birkaç tane sarı sayfa. Buram buram tarih kokuyor. Elimde de solmak üzere olan mavi bir tükenmez kalem. Yalnızlığı yaşamaya çalışıyorum ama paylaşmak istemiyorum. Araba sesi var ama kilometrelerce uzaktan. Camdan dışarı bakıyorum şiddetleniyor yağmur. Belki o da yalnızlığa haykırıyor. Hani şöyle bir laf var ya yalnız kaldığınızda kendinizi dinleyin diye dinlemeye çalışıyorum kulağımda yağmur uğultusu kalbimde yalnızlığın duygusu… Hep merak etmiştim bu duyguyu, bu zamana nasipmiş yalnız kalan bir insan olmadığım için fazla tuhaf geldi başta. Ama çok güzel İç Anadolumun küçük bir kentinde ve sessiz bir köyünde yalnızlığa sığınmak. Her şeyi tekrar baştan göz gezdirebiliyorsunuz zaten. İşlerinize, aşklarınıza, dostlarınıza, arkadaşlıklarınıza kısaca her şeye… Burada ayrı bir kuşlar ötüyor. Horozlar ayrı bir bağırıyor sabahları… İçimden İstanbul’u geçirdim, kulağımda belirdi hemen korna sesleri, gürültüler ve vapur sesleri. Ama İstanbul’u İstanbul yapanda yalnızlığı yaşatmayan melodi sesleri…
Neyse ben olduğum yere geri döneyim… Kaldığım evi de biraz pastoralleştirmek istiyorum. İki katlı, mutfak alt katta… Yer yatağı bir de divan… Gömme dolaplar… Taş duvarlar… Gerçekten tarihi bir yapı evin yapım yılı ise kulağınızı koyup dinlediğinizde fısıldar ancak… Bir televizyonu şart bildim. Birde çekmesi gereken cep telefonumu… Böyle yalnızlık mı olur diyeceksiniz biliyorum. Ama iş için gerekli olduğu için patrondan fırça yemekte var ucunda. Hazan mevsimini yaşamaya devam ediyorum. Müziklerimi dinliyorum Minik serçe çalıyor bir yandan ardından da imkânsızlığı anlatan güzel bir eser… Yalnızlık artık son safhada gözlerim tarihi sarı sayfada aklım yalnızlığın kollarında… Havada serinlemeye başladı derken elektrikli sobanın ayarını biraz daha açıyor, yalnızlıkla ısınmaya devam ediyoruz… Baya zamandır zaten o bana hasret ben ona… Huzurum kalmadı diyor efsanelerden biri sesini biraz daha açıyorum ve haykırıyor… Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor… Uzakta anamdan başka bana ağlayacak olmadığını bildiğim için içimi rahat tutuyorum… İmkânsızlık demiştim imkânsız olan ne acaba imkânsızlığı imkânsız kılan şey insanın kendisiydi galiba. Hayatında imkânsız olan şey ne kadar fazla… Bunu düşünün biraz zor olabilir belki ama olanaksız değil… Zor olsa da bazı şeyler bunu yapmak sizin elinizde haberiniz olsun. Yazımızın ana fikrine değindikten sonra balkona doğru yürüyorum. Hava açmış yağmur durmuş işte o koku yağmurdan sonra ki toprak kokusu… Gerçekten burada aldığım o mutluluk duygusu… Biraz daha fazla içime çekiyorum… Yalnızlıkla arama bu koku girdi ama darılmaz biliyorum zaten buradayım bir süre daha… Neyse değerli okuyucular artık sarı sayfamda tükenmek üzere mavi kalemimde. Bu hafta bunu paylaşmak istedim… Yalnızlığın hayatınızdaki değerini… Bu da bir değerdir bir yerde belki ama ne taraftan baktığınız önemli. Yazıma başlamadan önce yarım saatte bir kalkan minibüsten inmiştim evime gelmek için, radyoyu açtı şoför çalan eser ne mi?
İstanbul sokakları…
Neyse ben olduğum yere geri döneyim… Kaldığım evi de biraz pastoralleştirmek istiyorum. İki katlı, mutfak alt katta… Yer yatağı bir de divan… Gömme dolaplar… Taş duvarlar… Gerçekten tarihi bir yapı evin yapım yılı ise kulağınızı koyup dinlediğinizde fısıldar ancak… Bir televizyonu şart bildim. Birde çekmesi gereken cep telefonumu… Böyle yalnızlık mı olur diyeceksiniz biliyorum. Ama iş için gerekli olduğu için patrondan fırça yemekte var ucunda. Hazan mevsimini yaşamaya devam ediyorum. Müziklerimi dinliyorum Minik serçe çalıyor bir yandan ardından da imkânsızlığı anlatan güzel bir eser… Yalnızlık artık son safhada gözlerim tarihi sarı sayfada aklım yalnızlığın kollarında… Havada serinlemeye başladı derken elektrikli sobanın ayarını biraz daha açıyor, yalnızlıkla ısınmaya devam ediyoruz… Baya zamandır zaten o bana hasret ben ona… Huzurum kalmadı diyor efsanelerden biri sesini biraz daha açıyorum ve haykırıyor… Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor… Uzakta anamdan başka bana ağlayacak olmadığını bildiğim için içimi rahat tutuyorum… İmkânsızlık demiştim imkânsız olan ne acaba imkânsızlığı imkânsız kılan şey insanın kendisiydi galiba. Hayatında imkânsız olan şey ne kadar fazla… Bunu düşünün biraz zor olabilir belki ama olanaksız değil… Zor olsa da bazı şeyler bunu yapmak sizin elinizde haberiniz olsun. Yazımızın ana fikrine değindikten sonra balkona doğru yürüyorum. Hava açmış yağmur durmuş işte o koku yağmurdan sonra ki toprak kokusu… Gerçekten burada aldığım o mutluluk duygusu… Biraz daha fazla içime çekiyorum… Yalnızlıkla arama bu koku girdi ama darılmaz biliyorum zaten buradayım bir süre daha… Neyse değerli okuyucular artık sarı sayfamda tükenmek üzere mavi kalemimde. Bu hafta bunu paylaşmak istedim… Yalnızlığın hayatınızdaki değerini… Bu da bir değerdir bir yerde belki ama ne taraftan baktığınız önemli. Yazıma başlamadan önce yarım saatte bir kalkan minibüsten inmiştim evime gelmek için, radyoyu açtı şoför çalan eser ne mi?
İstanbul sokakları…