Geçen haftaki yazıma yorum yapan iki arkadaşıma sonuna kadar hak veriyorum... Ama benim bahsettiğim cahillik, eğitim ve cahillik kavramlarını beraberinde taşımaktaydı... yani cahil olup ta bunun farkında olmama durumu... yani cahil olup ta herşeyi biliyorum hali…yani cahil olup ta bunu saklayabilme yetisi... ya da cahil olup ta kendini alimlerin alimi sanma aptallığı...yani çok tehlikeli bir durum...
„ Bilmediğini bilmek en iyisidir. Bilmeyip te bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır.“ Lao Tzu
Cahilliğin çeşitleri var ve her halükarda çok tehlikeli bir durum... bu hafta da cahilliğin diğer bir çeşidinden bahsedelim diyorum… özellikle cahil halkı kiskirtarak yaratilan kargasadan fayda saglama durumundan bahsetmek niyetindeyim bu hafta… bu tür politikalar tüm dünyada uygulanmakta... Ve bu uğurda, özellikle Türkiye’de ne canlara kıyıldı... Kahramanmaraş olaylari.. Çorum olayları... Sivas Madımak Oteli’nde yakılan insanlar... Hrant Dink’in öldürülmesi... ve daha niceleri...
Sizlere soruyorum simdi: Aklı başında olan, düşünen ve sorgulayan vicdanli biri böyle şeyler yapar mı? Cahillik şiddeti getirmektedir beraberinde... cahil koca evde karısını dövmekte, sokağa çıkıp oteli yakmakta... cahil adam kolayca kışkırtılmakta ve gidip komşusunu vurmakta...
Su Sivas elinde sazım çalınmaz
Güllerim yandı yüreğim dayanmaz
16 sene önce... Sivas... 2 Temmuz 1993… cahilliğin, canavarlığa dönüştüğü gün… cahilliğin tavan yaptığı gün… cahilliğin vicdanı yaktığı gün… cahilliğin insanlıktan çıkardığı gün… insanlığın utanç günü... karanlığın aydınlığı örttüğü gün… O gün ölümden kıl payı kurtulan sevgili Aziz Nesin şöyle anlatmış olanlar :
“Madımak Oteli’nde istirahat ediyordum. Öğlen namazına müteakip camiden çıkan takriben 500-600 kişilik grup otelin önünde toplandılar ve ismimi telaffuz ederek sloganlar atmaya başladılar. ‘Şeriat isteriz, Müslüman Türkiye, Allahuekber, Sivas Aziz Nesin’e mezar olacak’ şeklinde sloganlardı bunlar. Otelde 60 kişi kadar misafir vardı. Slogan atan topluluk gittikçe büyüyordu, fakat mahalli idarelerce tedbir alınmıyordu. Saat 20.00 civarlarında topluluk otel camlarına taş atmaya başladı. Bizzat ben Vali’ye telefon ederek önlem almalarını söyledim. Bana cevaben Vali bey- çok mahcubum, merak etme gereği yapılacaktır- dedi. Akabinde milletvekili Uluç Gürkan ve Erdal Inönü arandı. Vali ile görüştüklerini ve merak etmememizi söylediler.
Daha sonra polislerin, jandarmanın ve askerlerin geldiğini söylediler bana, ben göremiyordum çünkü pencereden bakamıyordum. Gelen bu devlet kuvvetleri halka karşı ne yaptılar bilmiyorum. Topluluk otel önündeki araçları kırıyor, benzinleri yere döküp yakıyorlardı. Bunların ben sesini duyuyordum. Birden otel yanmaya başladı, dumanlar oteli sardı. Ben 4. kattaydım. 4. ve 5. katta bulunanlar çığlıklar atarak aşağı katlara inmeye başladılar, ama dışarı çıkamıyorlardı. Çıktıkları anda, otelin önünde bekleyen eli sopalı ve taşlı binlerce kişinin onları linç edeceğinden korkuyorlardı. İçerde yanarak ölme korkusu ve dışardaki linç edilme korkusu arasında sıkışıp kalmıştık. Büyük panik vardı, herkes
şaşırmış ve ne yapacağını bilmiyordu.
Duyduğuma göre koruma polislerinden biri bir çıkış deliği görmüs ve kadınları buradan çıkarmak istemiş. Bu çıkış deliğinin karşısında sakallı ve sopalı kişiler bu çıkış deliğinden çıkmak isteyen kadınların çıkışına mani olmak istemişler. Bu kadınların haykırışlarına yine onlardan biri acımış olacak ki, 32 kadın ve erkeğin o delikten çıkmalarına yardım etmiş.
Diğerleri ateşin çıkardığı dumandan boğuldu veya yandılar. O gün 36 kişi yanarak veya boğularak öldü. Ben 4. kattaki odama sığındım. Ölümü beklemeye başladım. Ve bir süre sonra itfaiye geldi. Ben merdivenden aşağıya inerken, bir itfaiye eri de yukarıya çıkıyordu, beni kurtaracak sandım ama birden beni tekmelemeye başladı ve ben yere düştüm. Sonra polis olaya müdahale ederek beni onların elinden kurtardı. Bu patlayan bir çöplüktü.“
İnsanlıktan çıkmış bir grubun yaptığı bu katliam karşısıda zamanın yöneticileri gerekeni yapmamıştır ve buna sebep olanlar da cezalarını çekmemişlerdir... Aradan bin yıl geçse de yürekleri sızlatan bu gibi olaylar bizim utancımızdır ve bizler bu utançlarla yaşadığımız sürece Türkiye’ye demokrasi asla gelmeyecektir... Tarihimiz ne yazık ki böyle utançların tarihi haline geldi… Ve bunlardan biri olan 12 eylül darbesine sebep veren ve binlerce gencin kanına girenler de, umarım çok yakında yargılanırlar…
19 Haziran’da, Viyana’da çok değerli iki misafirimiz vardı. Türkiye’nin aydınlık iki yüzü… Bu karanlıklarla yılmadan mücadele eden iki değerli insan… Eşber Yağmurdereli ve Erdoğan Aydın…
Onlarla bu konuları konuştuk... yaptığımız sohbetleri gelecek haftalarda daha ayrıntılı yazmak ve bu iki gerçek aydını tanımayanlara tanıtmak istiyorum... özgür, demokratik ve adil bir ülke dileğiyle...