SELİMPAŞA'DA PAZAR... (ÜSTAD HULUSİ ÜSTÜN)

Yaz hiç gelmeyecek sandı idik… Haziran sonuna dek soğuk rüzgârlar esti, ne çok yağmur yağdı, ne çok ıslandık… Nice sonra yaz, acele etmeden gelip çöreklendi tepemize. Yeşilin en deli tonuna boyanmış yamaçları sarartıp savurdu işte…
Kasaba halkı nicedir Silivri kıyılarından denize girmiyorsa da sahil, eğreti konuklarca çoktan şenlendirilmiş durumda. Sabahın en erken saatinden akşam bastırıncaya dek kıyılar cıvıl cıvıl. Bu yıl bir farklılık var buralarda… Seksenli yıllara döndü kasaba sanki. Kışın yaşlı bir yosma gibi yalnız ve hüzünlü, yazın on beşlik bir kız gibi uçarı…
. . .
Çocukluğumun okul yolu her pazartesi sabahı cıvıl cıvıl bir pazarın içinden geçerdi. Akşam aynı pazarın yorgun karmaşasının arasından eve dönerdim. Hala öyle midir bilmem ama bir alemdi bu pazar… herkes her hafta aynı yerde zuhur ederdi sanki. Rengin, sesin, kokunun ve yüzün her çeşidi birbirine karışır, bir pazar korosu olurdu adeta. Varyemez’in kahvesinin altındaki dar yolda siyah feraceli köylü kadınlar çizgili yüzleri ile yerde otururlardı. Renk renk begonvil saksıları ile ıtırlı fesleğenlerin arasında ayağı bağlanmış tavuklar,  kudret narı, börülce, bamya, ısırgan, ebegümeci, tereyağı ve yumurta satarlardı. Her biri kılık kıyafeti ile kendisini ele verirdi. Mavi önlüklü nineler Feteköy’den, solgun feraceliler Sinekliden, dolaplı örtülere bürünmüş kırmızı yanaklı nineler Mandıra Köyündendi.
Okula çıkan yolun köşesinde küçük paketler içine konmuş kuş üzümlerinin tadını hatırlayan var mıdır benden başka? Hele kış sabahları okul önünde bekleyen salepçiyi… Gözümü kapasam büyük beyaz fincanların sıcaklığını avucumda, tarçın kokusunu burnumda hissederim hala.    
Bir de delileri vardı pazarın. Her Pazar ortaya çıkıp bir dahaki pazara dek gözden kaybolurlardı. En çok sevileni Recep… Yaşlı, çocuk bakışlı, kambur cırtlak sesli bir adamcağızdı. İki elini arkasında birleştirip ters ters bakardı gelip geçene. Herkes Recep’in sadece kendisine baktığını sanırdı. Zararsızdı Recep, çok rica eden olursa yakası açılmadık küfürler ederdi o kadar. Her pazartesi Selimpaşa’dan kalkıp gelir, sonra bir hafta görünmezdi ortalıkta.   
. . .
Selimpaşa demişken… Bazı Pazar sabahları yanımıza çocukları alıp çocukluğumuza doğru yola çıkıyoruz evcek. Çocukluğumuza yahut Selimpaşa’ya… Hala köhne, hala bakir sokaklardan geçip kahvaltı yapıyoruz bir yerde. O meşhur köftecinin kaba saba, görgüsüz, saygısız garsonunu görmek bile keyfimizi kaçırmıyor. Çocukluğumun Silivri’sini andırıyor her şey. Çoğu zaman ıssız parkta çocukları eğlendiriyoruz. Sonra biraz daha düşüyoruz çocukluğumuzun içine, pazara gidiyoruz.
. . .
Her şey ve herkes orada… otuz yıl önce önünden geçtiğim balkabakları, semizotu demetleri, fasulye yığınları… aynı begonvil ve fesleğen saksıları… Silivri Kadıköy’ünde tek tük kalmış feracesi solgun nineler, Kavaklı’dan kalkıp gelmiş mavi önlüklü göçmen kadınları. Rahatsızlık verecek ölçüde rahat tavırlı yazlıkçılar. Bamyacılar, yumurtacılar, ayağı bağlı ürkek tavuklar… Neredeyse Recep çıkıp gelecek, gelip geçen herkese ters ters bakacak, iki elini arkasına bağlayıp o cırtlak sesi ile pazarcılara küfür edecek
. . . 
Bir sergi gezer gibi keyifle geçiyorum önlerinden. Kimisiyle tanış biliş olduğum pazarcılarla selamlaşıyorum. Köy yumurtası satan Seymenli yaşlı adam, ayaklarından şikayet ediyor her seferinde. Hanımını şakadan paylıyorum bu adamcağıza iyi bakmıyorsun diye. ‘Hormoni yok, dermani var diye bağırarak çilek satan Ovayeniceli üç Patiriyot kardeşe Rumca takılıyorum. ‘skata yoktur hormoni… Ti ine afto megali? Opos i tomates more?’(1) şakama bütün yüzü ile gülüyor üç kardeş de. ‘Kalosorizmu more caca… isi posisi?’(2)  diyorlar.
. . .
Bir sürü kırık döküğün arasında somurtarak oturan entelektüel pazarcıdan da bahsetmeli. Kırık kupalar, imitasyon süs eşyaları, pirinç askılar, şamdanlar, zarfı kaybolmuş kahve fincanları arasında çoğu zaman insanın içini ısıtan bir şeyler bulmak mümkün. Siz tezgahını karıştırırken o siyasetten, ekonomiden, felsefeden bahsediyor. Söyleniyor, küsüyor, karartıyor… her şeyin eski ve kırık dökük olmadığına hayıflanıyor insan onu dinlerken. Sonra Hint işi bir el ürünü bulup fiyatını soruyorsunuz. Gülümsüyor…
. . .
Bir şeyler olduğu gibi kalsa, bir şeyler kırık dökük de olsa değişmeden dursa… Biz zamanın hızına yetişemeyince yolumuzu oraya çevirsek.ve koyduğumuz yerde bulsak çocukluğumuzu, gençliğimizi… kocaman bir balkabağı gibi dursa onu bulacağımızı ümit ettiğimiz yerde.
  
  

Hulusi Üstün 

 

(1) B.k yoktur hormonu. Bunlar neden böyle domates gibi kocaman öyleyse?
(2)  Hoş geldin be ahbap. Nasıl gidiyor?
    

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol