Şehreminili Tatar Kemal
Yüz çizgileri zihnime kazınmış, sesi kulaklarımda çınlayan bir dost suretidir Tatar Kemal. Zaman geçtikçe özlediğim, bundan sonra bin yıl yaşasam emsaline rastlamayacağımı fark ettikçe hayıflandığım, kederlendiğim, yaşamın sıkıcı güzergahında gölgesine uzanıp dinlendiğim bir çınardır Kemal Amca. . . .
 
Şehremini’de saray meydanına bakan küçük bir bakkal dükkanı işletirdi aslında. “Bu dükkan yüz yıllık tezgahtır,” derdi. İlerlemiş yaşına rağmen yorulmadan ticaretini yürütürdü. Ergen bir bakkal çırağı gibi keyifle iş görürdü, yaşından, halinden beklenmeyecek bir çeviklikle mısır unu tartardı, peynir keser, helva dilimlerdi. Kimi müşterileri çocukluk arkadaşı idi, kimisiyle delifişek gençliği paylaşmıştı. Kimler gelmezdi ki o küçük dükkana… cemiyet adamları, kalem erbabı, vakti geçmiş bürokratlar… Hepsi artık vakti dolmuş bir kuşağın son temsilcileri idi. . . .
 
Her Cuma akşamı dükkanı kapayınca iki apartman ilerdeki evine gitmez, Silivri’ye gelirdi. O vakitler Topkapı’dan kalkan Silivri otobüsleri ile şehir içine kadar gelir, iskele meydanına bakan balık lokantasının üst katında bir dairede yaz kış hafta sonlarını geçirirdi. Yaz günleri şafağı sahilde karşılardı, yatsı namazından sonra çay bahçelerinden birinde bizleri toplar ve çok geride kalmış devirlere dair gördüklerini, bildiklerini anlatırdı. -İdare-i maslahat yıktı bizi. Koca imparatorluğu kör bir ihtiras uğruna devirdik. Bir avuç çapulcunun basiretsizliği yüzünden Rumeli’ni yitirdik, daha ne olsun, derdi.
 
Darmadağın olmuş uçsuz bucaksız vatan coğrafyasının acısını içinde hissederek anlatırdı bütün bunları. Küskündü çoğunlukla. ‘Kaybettiğine yanan insan, illet sahibi olur’ derdi. Hiç birimizle kıyaslanamaz kayıpları vardı onun. İstanbul kaybolmuştu gözlerinin önünde. Sur dibi bahçeleri, güzel komşuluk ilişkileri, cumbalı evleri, begonvilli köşkleri, ricaları, istirhamları, efendimleri yitmişti. Eski İstanbul’un Kırım mahallesi olan Şehremini güneş görmeyen sokakların arasında kaybolup gitmişti. İstisnasız her hafta sonu geldiği Silivri’de onun sohbetine müptela olmuş dostlarının arasında ben de vardım. Piri Paşa’nın avlusundaki koca çınar şahittir sohbetlerimize. O anlattıkça ben üzerimize düşen gün ışığını yol yol süzüp gölgeleyen çınar dalları arasında olup biten her şeyin sorumlusu idare-i maslahat’ı arardım. . . .
 
Kırım savaşından sonra önce Dobruca’ya sonra Şehremini’ne yerleşmiş bir Tatar ailesindendi Kemal Amca. 1930 doğumluydu. Mustafa Reşit Paşa ile hısımdı bir taraftan. Litros çiftliğine dair anlattığı hatırlardan kalmış aklımda… Şehremini’de doğmuş, Şehremini’de büyümüş, orada yaşlanmıştı. Babadan kalma dükkan tezgahını ilerleyen yaşına rağmen bırakmamıştı. Kızkulesi kadar İstanbullu idi. Bu şehrin, dünya savaşının ardından yaşadığı yıkıma şahit olmuştu, payitahtlığı elinden alındıktan sonra kimsesiz bir dul gibi yaban ellere düşmesini görmüş, çehresinin bozuluşunu, eski görkeminin kayboluşunu izlemişti çekik gözleri ile. Vaktiyle Süleymaniye’de dükkanı olan dedesinin her sabah Şehremini’den Süleymaniye’ye yürüyerek gittiğini, Aksaray’da bostan içinde düşürdüğü çakısını akşam eve dönerken bulduğunu anlatırdı. Şehrin kapılarının kapandığı zamanları bilirdi. Sokak aralarındaki camilere doluşmuş Rumeli göçmenlerini hatırlardı. . . .
 
Fakültedeyken kimi zaman Şehremini’de saray meydanına bakan küçük dükkanda ziyaret ederdim onu. Kırımlı gözleri ışıldardı beni görünce. Ziyaretine gelmiş kerli ferli kalem efendisi emeklilerine takdim ederdi beni. Bir yandan müşterilerle ilgilenir bir yandan anlatırlardı eski günleri. - Merkezefendi’deki eski tekke ilk okulumuzdu. Küçük bir kızcağızı kendisini dinlemediği için azarlamıştı öğretmenimiz. Kızcağız ‘açım’ demişti, ‘açım öğretmenim’… Mebuslar caddeden geçecek olsa İstanbul ahalisine caddeye çıkmak yasaklanırdı. Ahalinin ayağında ayakkabısı yoktu çünkü. Açtı, çıplaktı ama medeniydi İstanbul halkı. Bir bardak sütü komşusuyla paylaşacak kadar medeni… . . .
 
Zihnimde İstanbul’un yıkık bir sur görüntüsü ile özdeş resmi vardır. Bu şehre dair duyduğum her şey, okuduğum her yazı, dinlediğim her sohbet ve gördüğüm her manzara o sur görüntüsünden bir taş eksiltir, yahut bir taş ekler… Eski güzelliklerin yok oluşuna üzülmemeyi öğreniyorum şu günlerde. Değişip deviniyor hayat. Elden giden ve bir daha gelmeyecek olana üzülmek yerine yeni güzellikleri var etmeye çalışmak gerek. Yoksa yaşamak ıstırap olur bizim gibilere. Kemal Amca ilk gençlik çağımda tanıyıp sevdiğim, kendisinden çok şey öğrendiğim ve yerine hiç kimseyi koyamadığım dost yüzlerinden biri. Artık olmayan, artık olamayacak türden muhayyel bir İstanbullu. On yıl var belki Şehremini’de saray meydanına bakan küçük dükkan kapanalı. Oraları hiç görmemiş bir yabancı gibi geçiyorum önünden. Tatar Kemal birkaç yıl önce öldü. Bu şehrin hiç değişmeyen tek yerine Merkezefendi Kabristanlığına gömüldü. Bir oğlu ve bir kızı vardı acaba ne oldu… Silivri’de yüzü iskele meydanına bakan apartmana da başkaları taşındı. Yıllardır yaşadığım her şeyi, okuduklarımdan beni etkileyen pasajları, tanıdığım insanları yazdığım defterlerden birin karıştırırken rastladım onun hatırasına.
Şehreminili Tatar Kemal Amca, 1995 yılının Ekim ayında demiş ki bana,
-Sırf pirinçle zerde olmaz, bal lazımdır kazana,
Baba malı tez biter, evlat ola kazana…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol