PİRİ PAŞA CAMİİ RESTORASYONU . (HULUSİ ÜSTÜN)

PİRİ PAŞA CAMİİ RESTORASYONU

 

Kızkulesi nasıl tek başına İstanbul ise, Anıtkabir nasıl Ankara’yı hatırlatıyorsa, Mevlana’nın kabri Konya’ya ne katıyorsa, Ulu Camisiz Bursa nasıl düşünülemezse Piri Paşa Camii de Silivri için öyle bir anlam, öyle bir değer taşır. Zaman içinde arazisi küçülse de, çirkin heyula binaların arasında minaresi görünemez hale gelse de, çarşı kapısından sahile inen insanların durup dinlendiği, nefes alıp serinlediği, sükunetine hayran olduğu bu mimari şaheser tek başına Silivri’dir, bu kasabanın geçmişidir, ruhudur.

Evet Silivri en az üç bin yıllık bir geçmişin üzerinde soluk alıp verir. Kale mahallesi hala bu geçmişin izlerini taşır, şimdiye dek hiçbir ciddi arkeolojik çalışmaya saha olmayan bu kasaba, her köşesi ile Roma, Bizans ve Osmanlıdan hatıralar barındırır. Fakat Piri Mehmet Paşa Camii, şehrin batısından yer alan otuz iki kemerli köprü ile birlikte yaşayan, işlevini sürdüren ve şehre anlam katan bir mekandır.

Yüzyıl öncesine kadar gayrimüslimlerin yaşadığı Kale Mahallesi, birbirini dik açılarla kesen sokaklarıyla tipik bir ortaçağ Avrupa yerleşimi görünümündeyken, Müslim halkın yaşadığı Yalı Mahallesi Piri Mehmet Paşa Külliyesi çevresinde haleler halinde genişleyen tipik bir İslam mahallesidir. Osmanlı Rus Savaşı sonrasında başlayan göçle birlikte oluşan Muhacir Mahallede ise daha düzensiz ve plansız bir şekilde gelişir. Bu sebeple Piri Mehmet Paşa Camii’nin bulunduğu ve bugün camiinin adıyla anılan Yalı Mahallesi beş yüz yıldır şehrin ticari ve kültürel merkezi konumundadır.

Piri Paşa Camii’ni, İstanbul’un fethinin hemen öncesinde Osmanlı idaresine giren Silivri’deki ilk Osmanlı eseri olarak kabul etmek yanlış olmaz. Zira 1530 (Hicri 937) senesinde yapıldığı kabul edilir. Fakat 927 tarihli vakfiye belgesinde adı geçtiğine göre yapım tarihini 1520-21 yahut daha öncesi bir tarih olarak kabul etmek daha gerçeğe yakın bir tahmindir.

Camii’nin banisi olan Piri Mehmet Paşa II. Beyazıt’ın şehzadeliği döneminde kendisi ile tanışmış, Beyazıt’ın tahta geçmesi ile birlikte İstanbul’a gelip devlet hizmetine başlamış, Yavuz’a ve Kanuni’ye vezirlik yapmıştır. Doğu söylencelerinin ve İslam tarihinin en önemli devlet adamları olarak tanınan Büzürcmihr ile, Nizamülmülk ile, Behlül Dânâ ile kıyaslanmış bu büyük şahsiyetin Silivri ile tanışıklığı 1490’lı yılların sonuna rastlar. Bu yıllarda Silivri’de kadılık yapan Piri Paşa’nın bu camiyi 1520’li yıllarda inşa ettirdiğinin bir başka delili de bu yıllarda vezirlik görevinde bulunuyor olmasıdır. 1523 yılında emekli edildiğine göre Camiyi emeklilik yıllarında yaptırmış olması ihtimali daha düşüktür.

Cami ile ilgili bir başka meçhul nokta da mimarının kimliğidir. Yapının bir Mimar Sinan eseri olduğuna dair görüş gerçeğe uzak görünmektedir. Zira caminin yapıldığı tarihte Sinan genç bir  yeniçeridir ve henüz mimari dehası keşfedilmemiştir. Onun mimari dehası daha sonraki yıllarda Kanuni’nin İran seferi esnasında ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte ‘Tuhfe-i Mimaran’ adlı eserde Sinan’ın eserleri sayılırken Silivri’de bir camisi olduğundan da bahsedilmektedir. Eğer ‘Tuhfe-i Mimaran’ adlı eserdeki kayıtta yanlışlık yok ise Sinan’ın yaptırdığı caminin Silivri’nin Bulgar işgaline uğradığı dönemde yıkılıp taşları sökülen camilerden birisi olması ihtimali daha akla yatkın gelmektedir. Nitekim Silivri’nin batısında yer alan ve Edirne – İstanbul yolunun önemli geçitlerinden birisi olan Silivri Köprüsünün Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Köprü 975 ( miladi 1568) yılında yapıldığına göre Sinan’ın köprüyü yaptırdığı yıllarda kasabaya bir de mescit inşa etmiş olma ihtimali daha gerçekçidir.

Piri Paşa Camii’nin, Sinan’dan önce Hassa mimarbaşılığı görevini yürüten ve Sinan’ın hocası olan Acem Ali’nin eseri olması tarihi verilerle daha fazla uyumluluk arz etmektedir. Beyazıt döneminde mimarlar ocağında görevli bulunan Acem Ali, İran asıllı, muhtemelen Ermeni kökenli bir köledir. Piri Mehmet Paşa Camii’nin inşa edildiği dönemde Hassa mimar başı görevini yürüttüğüne göre Veziriazama ait bu anıtsal eserin başmimar olan Acem Ali tarafından yapılmış olması daha gerçekçidir.  

Vakfiye kaydına göre Piri Paşa Külliyesi deniz kenarında, mescid, imaret, mutfak, yemekhane, han, odunluk, ahır ve medrese odalarından oluşmaktadır. Günümüzde külliyeden geriye mescid, muvakkid odası, camii görevlisi lojmanı ve han kalmıştır. İmaret ve medrese sonraki tarihlerde gerçekleşen tamir ve düzenleme işlemleri esnasında ortadan kaldırılmıştır.

Camii haziresinde Piri Mehmet Paşa, eşi ve oğlunun kabirleri ile daha sonraki yıllarda vefat etmiş ve şadırvan etrafına defnedilmiş şehir eşrafının ve meşayıhın mezartaşları bulunmaktadır. Bu mezartaşları, Osmanlı mezar kitabelerinin nadide örneklerindendir ve önemli tarihi kişiliklere aittir. Bu taşlardan birisi Sultan Abdülaziz’in kayınpederi Zevş Barakay-ipa İsmail Bey’e aittir ki bu şahıs Sultan Abdülaziz’in intikamını almak adına Hüseyin Avni Paşa’yı öldüren Çerkes Hasan’ın da babasıdır.      

Silivri halkı arasında, Piri Mehmet Paşa’nın oğlu tarafından zehirlenmek sureti ile öldürüldüğü, Paşa’nın son nefeste ‘Sana beni öldürmeyi telkin eden bu kasaba, halkına yaban olsun, seni baba katline teşvik edenler yabandan gelenlere kul olsun, sen ki beni yaktın Hak Teala da seni yaksın’ diye beddua ettiği şeklinde bir rivayet dolaşmakla birlikte bu rivayetin de tarihi gerçeklere uymadığı ortadadır. Paşa’yı öldürmekle itham edilen oğlu Mehmet Reşit efendi son derece iyi eğitim almış, Edirne Kadılığı görevinde bulunmuş, telkinle babasını öldüremeyecek kadar seçkin bir kişiliktir. Dönemin hukuk sistemine göre baba katli ile suçlanan bir kişinin cezasız kalması ihtimali bulunmamasına rağmen yargılanmamıştır. Kaldı ki Paşa öldüğü tarihte yetmiş yaşının üzerindedir, bu yaşta bir insanın kadılık yapan oğlu tarafından öldürülmesi ihtimali yoktur. Öte yandan Mehmet Reşit Efendi’nin babasını öldürmekle bir menfaati bulunmadığı gibi bu iftira sebebiyle kendisinin, kardeşinin ve sonradan gelen neslinin devlet ricali içinde yükselmesi mümkün olmamıştır.

Bu iftira, muhtemelen Piri paşa gibi başarılı bir devlet adamının evlatlarının devlet idaresinde görev almasını istemeyen, onların Köprülüler örneğinde olduğu gibi babalarının makamına geçmesinden korkan devşirmeler tarafından uydurulmuştur. Paşa gerçekten zehirlendi ise bunun faili oğlu değil, onun varlığından bizzat çekinen ve o dönemde devlet idaresini elinde tutan devşirmelerdir. Kaldı ki bu iftira Paşa’nın ölümünden çok sonra Atayi adlı kâtibin ‘Şakayık Zeyli’ adlı eserinde ilk kez dile getirilmiştir.

Silivri Belediyesi tarafından 1987 tarihinde Paşa’nın kabri başına büyük bir mermer kitabe dikilerek onun biyografisine dair kısa bilgi verilmiş ve oğlu tarafından zehirlendiği iddiası da bu kitabeye kazınmıştır. Yaklaşık iki metre genişliğinde bir buçuk metre uzunluğundaki bu kitabe manevi bir işaret aldığını söyleyen Silivri halkı tarafından yerinden kaldırılarak götürülmüş, Paşa’nın oğlu tarafından zehirlendiğine dair satırlar sildirilmiştir.

. . .

Zaten yorgun olan camii, 1999 depreminde ciddi hasar görmüş, kubbeyi taşıyan tonozlardan birisi çatlamış, minare ve kemerlerde deformasyon meydana gelmiştir. İl özel idaresi, Nisan ayı başlarında restorasyon amacıyla camiyi ibadete kapatmış, iskele kurmuş ve çalışmalara başlamıştır.

Camii’nin şimdiye dek gördüğü en önemli onarım 1765-66 tarihinde gerçekleşmiştir. Son cemaat yerinin sağı ve solundaki pencereler üzerine kayıtlı kitabelerde yer alan ‘tamir-i camii şerif-i merhum Pir Mehmet paşa ve tecdid-i minare’ kaydı ile ‘An zaman – ı Seyyid Saadettin el mütevelli sene 1179 Muharrem ayı.’ kaydı bu onarımın hatırasıdır. 1878 yılında daha küçük çapta bir tamir gören camii 1896 yılındaki büyük depremde yeniden bakıma alınmıştır. Bu tamirin yadigârı olarak giriş kapısı üzerine konulan kitabeye ‘tarih-i Tamiri 1313’ kaydı işlenmiştir.  Balkan Savaşı yıllarında kasabayı işgal eden Bulgarlar camiye büyük zarar vermiş, minberi, makberi, kitabesi kırılmıştır. Kasabaya Bulgarların girdiği gün, cami önündeki çınar ağacına yıldırım düşmüş ve cami ile yaşıt çınar yanmıştır. İşgalin bitmesinden sonra kuru ağaç gövdesinin yeni bir sürgün verdiği anlatılır. Bu sürgün dalı günümüzde büyük bir ağaç haline gelmiş, avluyu gölgelemektedir.  

Osmanlı döneminde yapılan bu üç büyük onarımın caminin ilk şeklini ne şekilde değiştirdiğine dair bilgimiz olmamakla birlikte Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen 1966-1971 tarihli onarımların ciddi tahribata yol açtığını söylemek mümkündür. Camii arsası küçülmüş, şadırvanın üzeri sanatsal niteliği bulunmayan bir çatı ile kapatılmış, yeni su olukları açılmış, şadırvan çevresindeki mezartaşları yerlerinden alınarak Piri Paşa haziresine taşınmış, bu esnada birçok mezartaşı kırılmıştır. Camii içinde yer alan süslemeler bu dönemde gerçekleşen onarım esnasında yapılmıştır. Son cemaat yerinin sağı ve solundaki mermerler üzerine mürekkep kullanarak harikulade bir kaligrafi ile yazılmış Osmanlıca grafitiler de bu dönemde çamaşır suyu ile silinmeye çalışılmıştır. Bu temizlik operasyonu sırasında büyük ölçüde belirsizleşen en az iki asırlık bu kalem işi yazıların silinmesinin adam öldürmek ölçeğinde büyük bir cinayet olduğu maalesef o devirde kimsecikler tarafından dillendirilememiştir.  

Bunun dışında cami idaresini yürüten cami derneğinin bir takım çalışmalarının da bu abidevi eserin tarihi niteliğine zarar verdiği bilinmektedir. Bu tarz güzelleştirme amaçlı çalışmalardan birisi cami avlusundaki her biri tarih kokan orijinal taş zemine beyaz mermer döşenmesi oldu ki bu hayır hizmeti neticesinde Piri Mehmet Paşa’nın adımladığı avlu, mutfak tezgâhına döndü. Yine hayır amaçlı çalışmalardan birisi de avlunun bir köşesindeki lavaboların siyah seramikle kaplanmasıydı. Çarşı kapısından girenin burnunun ucuna çarpan ve tuvalet yönünü işaret eden dev tabela da böylesi bir gayretin sonucudur. Isıtma tertibatının ve kamera sisteminin döşenmesi sırasında yapının gördüğü tahribat da kimsenin dikkatini çekmedi.

Halihazırda süren restorasyon çalışmasının sonuçlarından bir Silivrili olarak endişe duymakta bizi mazur kılan gerekçeler bunlar. Malum, geçmişte bizim restorasyon anlayışımız yapının mevcut ruhunu koruma endişesini barındırmıyordu. Yıkıp yeniden yapmak, aklımızca güzelleştirmek daha kolay bir restore yolu idi. Tanrının çağdaş Türk mimarından esirgediği kreasyon kabiliyetini restorasyon çalışması yapan herkese bol bol ihsan ettiğini düşünürdük.  

Kasabamızın bu nadide abidesi elden geçirilirken bu camide tanrı kelamı dinleyip ibadet etmiş, bu camii avlusundan sevdiklerini uğurlamış insanlar olarak restore çalışmalarını yapanlardan şu hususlarda dikkat rica ediyoruz.

Restorasyon sırasında yapının orijinal her parçasının başlı başına bir değer ifade ettiği gözden kaçırılmadan hareket edilmeli, yenileme esnasında ortaya çıkacak olan orijinal parçalar korunmalıdır. Bu bağlamda avluda yer alan mutfak tezgâhı görünümlü döşemelerin altından asıl yapıya ait taşlar çıkartılıp avlu ihya edilmelidir.

Son cemaat yerindeki pencere pervazlarında yer alan grafitiler asla silinmemeli, bu taş parçalarını boyamak gibi bir yanlış yapılmamalıdır.

Müezzin evini çevreleyip harem bahçesine dönüştüren yüksek duvarlar kaldırılmalıdır. Minare yeniden inşa edilirken orijinal taşlar teknik imkânların elverdiği ölçüde değiştirilmemelidir. Restorasyon sırasında camii bahçesinde ve hazirede bulunan ağaçlar da korunmalıdır.

Camii şadırvanının üzeri en az şadırvan kadar sanatsal estetiği olan bir kubbe ile kapanmalıdır. Camii içerisinde yer alan ahşap kürsü, Osmanlı döneminden kalma çalar saat ve sair menkuller restorasyon sırasında dikkatle korunmalıdır. Restorasyon çalışması kapsamında lavabolar da yapının estetiği ile uyumlu bir hale getirilmeli, siyah seramikler sökülmelidir. Piri Mehmet Paşa kabri restore edilirken mezartaşları korunmalı, belediye tarafından mezarlığa konulan kitabe Silivri halkının hassasiyetleri dikkate alınarak yerinde muhafaza edilmelidir. Zira bu kitabe aynı zamanda kasaba halkının paşaya duyduğu hürmet hissinin ifadesidir.

Silivri halkı, Silivri Kaymakamlığı ve Silivri Belediyesi bu süreç içerisinde her türlü yardım ve sorumluluğu yükümlenmeye hazır olmalıdır. Nitekim bu mabedin restorasyonu konusunu dile getirenlere, restorasyonu gerçekleştiren İl Özel İdaresine, restorasyon görevlilerinin her birine, muhtemelen birkaç yıl sürecek Restorasyon sürecinde camii cemaatine ibadetlerini yerine getirecekleri bir mekan sağlayanlara teşekkür borcunu bir kasabalı olarak ifa etmek ihtiyacı duyuyorum. Camiinin kapalı olduğu süreç, bu yapının kasabamıza neler kattığını anlamamızı sağlayacak, tüm Silivrililer onun ihtişamını izlemeyi hasretle bekleyeceklerdir.

 

                                                                                             

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol