Şeyh Talat… Haydi bugün seni anlatalım okuyucuya… Geçmişe dair bölük pörçük hatıraların arasında senin izlerini fark etsinler. Benim hafızasını yitirmiş Mavi Kasaba’mın artık hiç kimsenin hatırlamadığı geçmişine düşülmüş bir derkenar olsun sana ait bu yazı da…
Önce zaman…
Bundan tam doksan yıl önce… O zamanki takvime göre 1337…Silivri Sevr Anlaşması gereği Yunanlılar’a bırakılmış ve 20 Temmuz 1920 tarihinde kasaba kalabalık bir Rum askeri bölüğü tarafından işgal edilmiştir. Tüm Trakya çaresizliğe ve başıbozukluğa teslimdir. Her köy, her tepe, her dağ farklı bir otoritenin kontrolündedir. İstasyon ve iskeleler İngilizler’in elindedir, köyler Rum, Bulgar ve Türk çetelerin… İstanbul Hükümeti ise sarayın yüksek duvarları içine sıkışmış kalmıştır. Ahali hem yokluğun, hem muhacirliğin, hem çetelerin, hem de işgalin ıstırabı içindedir.
Mekan…
Biri Silivri’nin on beş kilometre kadar batısında Rumlar’ın Paliopalatis adını verdikleri tatlı bir yamaç üzerine kurulu Çanta köyü, ya da Rumca adı ile Tsantas… Ahalisinin tamamı Rumlardan oluşan köy, öteden beri bağları ve şarabı ile tanınıyor. Çanta bağlarının üzümünden yapılan şarap, gemilerle Marsilya’ya gönderiliyor, bunun karşılığında gelen kiremitler Çanta köyünden tüm Trakya’ya satılıyor. İki katlı, geniş bahçeler içinde her biri birer mimari şaheser niteliğindeki konak görünümlü evlerden oluşan köy, civardaki hiçbir Rum, Bulgar ya da Türk köyü ile kıyaslanmayacak ölçüde zenginliğe sahip. 1887 yılında Belediye olmak üzere İstanbul’a başvuran Çanta’nın talebi nüfusunun homojen yapısından dolayı kabul görmüyor.
Çok eski yıllardan beri gençlerini Atina, İskenderiye ve İstanbul gibi büyük şehirlere gönderip eğitim almalarını sağlayan köyde 1910 yılında kurulan Apollon Cemiyeti, Çanta ve civardaki köylerde yaşayan Rum ahalinin eğitimi ve sosyal sorunları ile meşgul olan bir kardeşlik cemiyeti niteliğinde. Osmanlı idaresi tarafından bu cemiyet hakkında bir tahkikat yapmak üzere gönderilen teftiş heyeti tahkikatın neticesinde suç oluşturacak bir durumla karşılaşılmadığını İstanbul’a rapor ediliyor.
İçinden çağıl çağıl çeşmelerin aktığı Çanta, barışçıl tacirlerin ve köylülerin yaşadığı zengin bir köy…
Diğer mekan ise Silivri şehrinin batı çıkışındaki dere üzerinde kurulu üç kemerli köprüyü geçer geçmez sağ tarafta yer alan tekke… Şimdilerde Sigorta Binası, Kamyonet Durağı ve kısmen apartmanların bulunduğu yer. Üç gözlü kısa köprü ile otuz üç gözlü uzun köprü arasındaki alan hemen hemen tamamen tekke arazisi olmakla birlikte şehrin atölyelerinin, el tezgahlarının yer aldığı semt aslında. Kıyıda ise güzeller güzeli bir kabristan ki adına Garipler Mezarlığı derler. Tekkenin eski şeyhleri ve müritleri burada kimsesiz dervişlerle, yolcularla bir arada yatmaktadır. Bir de Vezir vardır bu mezarlıkta. Piri Mehmet Paşa’dan sonra Silivri’de defnedilmiş ikinci Vezir olan Haydar Ağazade…
Ulu dut ağaçlarının gölgelediği tekkenin son Şeyhi Talat Efendi’dir. Torunları hala Silivri’de yaşayan bu zatı bizzat görmüş birkaç kişiden dinledim. Balıkçı Kemal Amca onu bembeyaz yüzlü, gözleri bal rengi, kızıl sakallarına ak düşmüş yapılı ve yakışıklı bir adam olarak tarif ederdi. Kasaba’da Rum, Musevi ya da Müslim herkesin saygı duyduğu, sevdiği, derdini anlatıp çare istediği, duasının makbul olduğuna inandığı Talat Efendi’ye Kemal Amca’nın annesi börek gönderirmiş. Talat Efendi, o zamanlar on – on iki yaşlarında olan Kemal’in başını okşar, eline iyi bir para tutuşturur, “ Teşekkür ederim Tekirdağlı, Allah muinin olsun” dermiş.
Ailesinin bir ucu Sırbistan’da, bir ucu Anadolu’da olan soylu bir adamdır aynı zamanda Şeyh Talat. İstanbul’da din eğitimi almış, devlet görevinde bulunmuş, Bektaşi ve Rüfai öğretilerini özümsemiş kalender meşrep, onca zarif, onca beyefendi, onca kültürlü bir adam… Sürekli birilerinin konuk edildiği tekkeyi aynı zamanda bir eğitim yuvası haline getirmiştir. Akşam onu ziyarete gelen sevenlerine kitaplar okur, vatan, millet ve meşruiyet kavramlarını anlatır, memleketin içinde bulunduğu sıkıntılı zamanların gelip geçeceğini telkin eder. Öyle ki, Yunan İşgali yıllarında bugünkü Çeltik Köyü civarındaki çiftliğini çete saldırılarından korumak için çiftliğine İngiliz bayrağı çeken Mehmet Efendi’nin bu hareketini duyunca onu yanına çağırır. Mehmet Efendi, Silivri Belediye Meclisi umumi azası olan oğlu Ziya ile birlikte kalkıp tekkeye gelir. Şeyh Talat, “ Mehmet Ağa, o bayrak senin malını tecavüzden masun eylerken Türklüğün şerefi ile İslam’ın izzetine tecavüzdür.” der. Bu söz üzerine çiftliğe çekili bayrak indirilir.
. . .
Karmaşa dönemidir. 1912’deki Bulgar işgalinde Silivri’nin Türk, Rum, Yahudi ve Ermeni halkı İstanbul’a telgraf çekip can ve mal güvenliği kalmadığı gerekçesi ile yakınıp yardım isterken şimdi her şey değişmiştir. Rumeli bozgununda yerinden yurdundan olan göçmenlerle asker kaçakları kontrolsüz bir güç halindedir. Öte yandan Rum ve Bulgar çeteler dört bir yanı haraca kesmektedir.
1920 yılının Nisan ayında meydana gelen cinayet olayı bir dizi felaketin önünü açar. Civardaki ormana odun kesmeye giden beş Rum’dan Çantalı Andrea ile Değirmenköylü Nikola öldürülür, Çantalı Konstantin’in oğlu Tanaş ise kaybolur. Çatalca, Silivri ve Burgaz arasında mekan tutmuş olan Kabak İsmail Çetesinin işidir bu. Cinayetle ilgili kapsamlı bir tahkikat yapılması, Arnavut Yaşa, Halil ve Salih adlı üç Müslüman’ın yakalanarak adliyeye teslim edilmesi Çantalıları sakinleştirmez. Bölgede faaliyet gösteren Rum Çeteler intikam yemini eder. Öncelikle Sinekli İstasyonu Yunan ve Fransız üniforması giymiş askerler tarafından basılır. Olayda yaralananlar olursa da Türk çetelerin geldiği haberi üzerine baskıncılar kaçar. Yapılan tetkik neticesinde baskıncıların üniforma giymiş Çantalı Rumlar olduğu ortaya çıkar. Hemen akabinde Çeltik yakınlarındaki Mehmet Efendi çiftliği basılır, çiftlikten altı yüz koyun sürülüp götürülür. Ardından Fethiköy Çiftliği’nde ( Bugünkü Kavaklı) iki jandarmanın silahları alınıp Arnavut korucular bağlanır, çiftlikteki hayvanlar sürülür. Kargaşadan nasibini Silivrili Rum Mihalaki de alır. Onun da otuz altı koyunu iki Rum tarafından götürülür.
Olayların ardı arkası kesilmez, İngilizlerin Çanta ve Değirmenköy Rumlarına silah yardımı yaptıkları, yine olayların büyümesi için Silivri, Saray, Tekirdağ gibi yerlerdeki Rumların Müslümanlar tarafından öldürüldüklerine dair asılsız haberler yaydıkları İstanbul Hükümetine rapor edilir. Hatta o günkü adı Makriköy olan Bakırköy’de askeri şimendifer binası bir grup Rum tarafından basılır, çıkan çatışmada öldürülen baskıncının Çanta Köy’lü Fevran oğlu Fotaki olduğu anlaşılır.
Çalınan koyunların Çanta’da olduğu ihbarı üzerine Silivri’den sevk edilen askeri müfrezeye köylüler tarafından ateş edilir. Çıkan çatışmada iki nizamiye eri yaralanır, köylü bir çocuk ölür. İyice galeyana gelen Çantalılar Silivri Jandarma karakolunu basar, iki jandarmayı şehit ederler. Hızını alamayan kalabalık şehre doğru ilerler. Mahalle halkı baskıncıların önünden Silivri içlerine doğru kaçarken Şeyh Talat tekkeden çıkmamıştır. Rumların kırmasına gerek kalmadan kapıyı açar. Daha önce Şeyh Talat’ın Silivrili Türklere Rum işgalinin sona erip işgalci Rumların gideceğine dair sözler söylemiş olması, çiftliğine İngiliz bayrağı astığı için Mehmet Efendi’yi azarlaması, Müslümanlar arasında son derece saygı gören bir şahıs olması onu hedef haline getirmiştir. Bazı köylüler engel olmaya çalışsa da kalabalığa söz dinletilemez. Talat Efendi sürüklenerek tekke kapısına getirilir, tartaklanır. Bembeyaz yüzü ve ak düşmüş kızıl sakalı kanlar içinde kalır. Öfkesini alamayan birkaç kişi onu yatırıp boğazını keser. Şeyh Efendi’nin başı gövdesinden tamamen ayrılır… Cesedi sürüklenir.
Yunan askerler ve İngiliz görevlilerden oluşan işgal güçleri olup bitene seyirci kalırken, kasaba halkının kendilerine karşı koymaması sebebiyle işledikleri cinayetin korkunçluğunu fark eden baskıncılar geri dönerler. Silivri kaymakamı Mehmet Tevfik Efendi ve Yüzbaşı Hasan Zühdü Efendi birkaç memur ile birlikte koşarak olay yerine geldiğinde her şey olup bitmiştir.
Birkaç gün sonra Ereğli yakınlarında Kızılhaç yardımı adı altında Rumlara silah ve cephane sevkiyatı yapan bir Rum gemisi olduğu haberi alınması üzerine olayların daha da büyüyeceği ortaya çıkar. Yunanlılar Silivri ve Büyükçekmece arasındaki köylerden on sekiz – otuz beş yaş arası Rum gençleri askere davet ederler. Talat Efendi’nin eşinin akrabalarından ayakkabıcı Süleyman Efendi’nin de aralarında bulunduğu, milliyetçi düşünceleriyle tanınan bir kısım Silivrili Milos adasına sürgüne gönderilir. İstanbul hükümeti olayların bastırılması için işgal güçlerinin devreye girmesini ister.
Olaylar bastırılır. Fakat ne Çanta eski Çanta’dır, ne de Silivri eski Silivri… henüz mübadeleye dört yıl var iken Silivri’den de, Çanta’dan da bir çok Rum Yunanistan’a doğru yola çıkar. Hatta bazı Silivrili Türk aileler şehri terk edip İstanbul’a giderler. Silivri artık Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin huzur içinde yaşadıkları bir diyar olmaktan çıkmıştır.
Öldürülen iki Rum çoban’la birlikte kaybolduğu bildirilen Anastas oğlu Tanaş ise Trakya içlerindeki Türk köylerini basan bir çetenin reisi olmuştur. İki yıl boyunca nice canlara kıydıktan sonra yakalanıp idam edilir.
. . .
Dağılmış bir imparatorluğun kalıntılarıyız hepimiz. Toplumsal hafızamız okumayı beceremediğimiz belgelerin içinde yağmurun, karın, farenin insafına terk edilmiş yüz yıldır. Bizler nerden geldiğini unutmuş, bu yüzden nereye gideceğini bilmeyen yolcularız aslında. Okuyucular arasında belki doksan yıl önce olup bitmiş bir hadiseyi öğrenmekten rahatsız olanlar olacaktır. Ama bilinmeli ki geçmişte oluşturulan muhteşem hoşgörü kültürü kadar çekilmiş acılar da bizim tarihimizdir. Andrea, Nikola ve Tanaş adlı bu üç talihsiz çoban bizim dünkü hemşehrilerimizdir.
Talat Efendi ise ak düşmüş kızıl sakallar ile çevrili beyaz yüzü gözlerimin önünde şekillenen, bal rengi gözleri suskun bir şekilde dua bekleyen bir aziz portre… Rahmet olsun ona.
Hulusi ÜSTÜN
[email protected]