Ne Norveç katliamı, ne terör belası… Ülke gündemi nicedir şike’ye teslim. Kasaba ise tamamen farklı bir alemde… Şairin dediği gibi bir elinde cımbız, bir elinde ayna.
Meselenin aslını bir de benden dinleyin. Kasaba gündeminin son konusuna başından beri tesadüfen şahitlik ettiğimi bir hafta önce öğrendim. Hani geçtiğimiz kış başında Şuayip’in çay bahçesinde bizim S’nin ağabeyi A’dan dertlenmesi ile başlamış her şey. Kırk beşe merdiven dayamış, fakat hala ergenlik çağını atlatamamış bu oğlana bir helal süt emmiş kızcağız bulunamaz mıymış?
Masadaki kızlardan birisi N’den bahsedince dikkat kesildim. Uzun uzun konuştular ondan. Yaşı başı uyardı birbirlerine. Hatta bir dönem bana yakın bir yerde çalıştığı gerekçesi ile bana da fikrimi sordular.
- Karışmayın o işlere dedim.
Hovardalığın dışında kusuru yoktu A’nın. Evlenirse adam olurdu. N’nin de bir kusurunu görmemiştim. Buralardan değildi aslında. Yaşı kırk varsa da otuzdan fazlasını göstermeyen, dünya görmüş, eğitimli, meslek sahibi bir kızdı işte. Bir kusuru varsa sabah kahvaltısından, gece yarısına kadar sakız çiğnerdi. Bir kez bile sakızsız görmemiştim onu. Hani hakikaten her kadın sakız çiğner de N gibi şaklatamazdı. Bu durum ona ciddiyetsiz, cahil bir kız görünümü verirdi ama aslında her konuda söyleyecek sözü vardı. Siyasette Nuray Mert’ten, ilahiyatta Cübbeli Ahmet’ten kalır tarafı yoktu. Bir de kediye köpeğe çok düşkün olduğunu bilirdik. Köpeği biraz hastalanacak olsa oturup ağlardı.
-Tanıdığım kadarı ile düzgün bir kızcağızdır, dedim. Ama bana kalırsa A’nın işine burnunuzu sokmayın.
Mesele burada kapandı sandı idim.
. . .
Kış geçti, yaz bitmek üzere. S geçenlerde adeta sığındı bizim ofise. Elinde kocaman bir yelpaze, kolunda hasırdan bir çanta… bir bardak soğuk su isteyip bir sigara yaktı nefes nefese.
Sıcaktan, nemden, güneşten şikayet ettikten sonra gözlerini kocaman açarak anlattı bana olup biteni.
-Dünyadan haberin yok senin ayol… O kış akşamı arkadaşlarla konuşmuştuk ya. Senin uyarını dinlemedim, gidip tanıştım. Niyetim o ki; kızı iyice tanıdıktan sonra ağabeyimden bahsedeceğim. Gel zaman git zaman arkadaş olduk bununla. Defalarca bizim büroya geldi. Beraber sinemaya gittik, alışveriş ettik, sahili gezdik. Her konuda bilgisi olan, görmüş geçirmiş bir kızdı işte. Gördüğüm kadarıyla bir kırığı kusuru da yok… Evlenirse ağabeyimi adam eder dedim. Yalnız yaşıyordu. Tuhaf şeylere ilgisi vardı. Tevrat ile İncil okuyordu. Dizi seyretmiyordu, varsa yoksa kedileri, köpekleri… Falan partiye söylenip duruyordu. Bir ara balıkçılardan denizanası istedi.
- Kilosuna beş lira veririm dedi.
Ne yapacağını sordum.
- Televizyonda duydum, çiçeklerin dibine koyacağım, iyi geliyormuş, dedi.
Derken bir sabah evine gittim. Kapıyı açıp buyur etti beni. Tuhaf bir şekilde döşenmiş geniş bir salondan geçtik. Koltuklardan sadece birisi normal şekilde konulmuş, diğerleri küstüm sana tarzında duvara dönük… Hani otursan yüzün duvara bakacak. Duvarda garip şekilli tablolar, ağlayan çocuk resimleri… Yerdeki halı üzerine kat kat çarşaflar serilmiş, çarşafların üzerinde oyuncaklar, kuruyemiş kabukları… İçeride ne olduğunu anlayamadığım çok rahatsızlık verici bir koku var. Ayağımızın altında sürtünüp duran boy boy kedileri görünce kokunun sebebi kediler olmalı dedim.
Buna rağmen gördüklerimi sorun etmeden muhabbetle sarıldım arkadaşıma. Ev hali değil miydi? Belki temizlik yapacak kızcağız. Beni balkona davet etti. Simit poğaça götürmüştüm, bir parça keçi peyniri ile bir termos çay getirdi. Balkonda sohbete başladık.
-S, seni çok severim bilirsin. Biz iyi iki arkadaş olduk, senden bir ricam olsa yerine getirirsin değil mi?
-Ne demek N.ciğim, elimden geliyorsa memnuniyetle, dedim.
-Bana kırkından gün almamış bir bebeğin çişi lazım. Tanıdığın birisi var mı? Dedi.
Hoppala… Yanlış mı duydum, doğru duydum da anlamadım mı?
-Ne yapacaksın kız kırk günlük bebeğin çişini, dedim.
- Benim ev sahibini bilirsin, çok canımı sıktı son günlerde. Ona sıkı bir büyü yapıp kocasıyla arasını bozacağım. Boşasın haspayı, dedi.
Şaşırdım kaldım.
- Sen ne bilirsin o işleri kız, dedim.
Cahille konuşuyormuşçasına güldü.
- Aaa… hem nasıl bilirim. İki nefes ettiğim iflah olmaz S.ciğim. İpine düğüm attığım adamın işi rast gitmez. Çocukluğumdan beri cinlerim var benim. Biri erkek biri dişi…
Koca dünya başıma yıkılıverdi. Kızın yüzüne dikkatle baktım, gözleri çakmak çakmak parlıyor. İşte o saat evin içindeki kokunun sırrını çözdüm. Salonun bir köşesindeki plastik lazımlığı, evin dört bir yanına dağılmış sirke şişelerini fark edince kendimi balkondan aşağı atmak geldi içimden. Tiksintiden kusacağım, korkudan bayılacağım.
- Ben kalkayım müsaadenle, dedim. Bizim bir komşunun çocuğu olmuştu yakınlarda. Daha kırkından gün almamıştır. Ona sorayım belki bir bardacık verir bize, dedim.
- Hah… İyi olur, dedi. Bana bak, ne yapacaksın diye sorarsa televizyonda duydum, çiçeklerin dibine dökünce iyi geliyormuş, dersin.
Evden bir kaçışım vardı ki görülecek şey…
. . .
İki saat konuştuk S. ile. O anlattı ben şaşırdım. Hani karşımdaki S. olmasa kıymet vermem duyduklarıma. İnanayım mı inanmayayım mı? Bir yandan da benim uzaktan tanıdığım N’nin sürekli sakız çiğneyen masum görüntüsü geliyordu gözümün önüne. O anlattıkça gözümün önündeki siluet değişti. Saçları uzayıp dağıldı önce, burnu büyüdü, eğrildi ve ucunda kocaman bir et beni oluştu. Sonra başının üzerinde bir sivri külah gördüm sanki. Sağında solunda kediler miyavlıyor, köpekler havlıyordu. Uzun siyah cübbesi ile koca bir çalı süpürgesinin üzerine oturmuş bana bakıyor, gülümseyen korkunç ağzının içinde çürük dişleri dişlerinin gedik yerinden de kavun kokulu sakızı görünüyordu.
-Sus dedim, sus.