Siz hiç engelli çocuk tanıdınız mı?
Küçücük dünyasında bir annesi var, bir de babası. Biraz şansı varsa, bir okulu ve bir öğretmeni. Oysa arkadaşları olmalı onun da güvenebileceği. Oyuncakları olmalı onlarla paylaşabileceği. Hadi tutun ellerinden. Dönmeyin sırtınızı. Düşünmeyin nerelerde diye. Bu çocuklar hep bir adım ötenizde.
Küçücük dünyasında bir annesi var, bir de babası. Biraz şansı varsa, bir okulu ve bir öğretmeni. Oysa arkadaşları olmalı onun da güvenebileceği. Oyuncakları olmalı onlarla paylaşabileceği. Hadi tutun ellerinden. Dönmeyin sırtınızı. Düşünmeyin nerelerde diye. Bu çocuklar hep bir adım ötenizde.
Siz hiç engelli çocuk tanıdınız mı?
Babası, annesini onun yüzünden terk etmiş. Annesi ise mutsuzluğun suçunu ona yüklemiş. Ablası, kardeşi ondan utanmış. Eve gelen misafirleri hep kapı aralığından izlemek zorunda kalmış. Düşünmeyin nerelerde diye. Bu çocuklar hep bir adım ötenizde.
Siz hiç engelli çocuk tanıdınız mı?
Kendisiyle konuşulmadığı için, konuşamayan. Eline kaşık verilmediği için, yemek yemeyi öğrenemeyen. Dayak yediği için sevmeyi bilmeyen. İstenmediği için korkak, istenmediği için hırçın büyüyen. Düşünmeyin nerelerde diye. Bu çocuklar hep bir adım ötenizde.
Siz hiç engelli çocuk tanıdınız mı? Kalabalık sınıflarda bile tek başlarına oturan. Kimsenin zaman harcamaya gerek duymadığı, ailesinin bile kabullenemediği, dışarıdakilerin ise sadece uzaktan acıdığı. Düşünmeyin nerelerde diye. Bu çocuklar hep bir adım ötenizde.
Nurullah Baldöktü İlköğretim Okulu’nun bahçesi cıvıl cıvıldı. Çocuk sesleri odamın içinde yankılanıyordu. Gelen evrakları işliyordum kara kaplı deftere. Birden pencereye yanaşıp çocukları izlemeye başladım. Kimi ip atlıyor, kimi saklambaç oynuyor, kimi de bir köşede oturmuş, kantinden aldığı simidi ısırıyordu etrafına bakarak.
Lütfü Öğretmen de öğrencilerinle futbol oynuyordu. Ne kadar şanslı çocuklar dedim içimden. Elleri, ayakları tutuyor sapasağlamlar. Zihinleri desen zehir gibi her şeye akılları eriyor. Acaba farkındalar mı dedim bu var olan değerlerinin. Düşünebilmenin, koşabilmenin, tutabilmenin.
Çünkü hep kaybedince anlıyordu insan var olan değerlerini. Keşke bizim çocuklarla biraya gelseler, onları tanısalar, onlarla birlikte oyunlar oynasalar, onlara model olsalar ve var olan değerlerinin daha bir farkına varsalar. Böylelikle bir taşla iki kuş kazanılacaktı. Nasıl mı? Bizim çocuklar normal gelişim gösteren akranlarıyla zaman geçirerek onları model alıp gelişecek, onlar ise engelli çocukları tanımış olacak ve var olan değerlerinin farkına varacaklardı.
Hatta üçüncü bir kuş daha vardı. O da engellilerin öcü olmadığı, onlarında kendileri gibi bir insan olduğunun bilincine varacaklardı. Peki nasıl kurulacaktı bu köprü diye düşünürken , bir ara masamın üzerinde duran Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” isimli eserine kaydı gözüm. Geçen hafta sonu Tüyap kitap fuarından almıştım kitabı.
Hatta sıraya girmiş bizzat Turgut Özakman’a imzalatmıştım. Romanını okumuştum. Şimdi ise tiyatro oyununa uyarlamıştı kitabını. Çok hoşuma gitmişti. Okulda rahatlıkla oynanabilirdi. Tiyatroyu seviyordum. Kütahya’da görev yaptığım yıllarda amatör olarak oynamıştım da . Yaşamın bile bir tiyatro olduğuna inananlardandım. Herkes rolünü oynuyordu işte. “Şu Çılgın Türkler”i oynatma düşüncem vardı okulda. Fakat öğrencilerimin bağımsız olarak bu oyunu oynamaları olanaksızdı. Birden beynimde bir şimşek çaktı adeta. Baldöktü öğrencileriyle Esen İbak öğrencileri birlikte çıkara bilirdi bu oyunu. İşte sana kocaman köprü Can dedim kendime.
Bir de dördüncü kuş geldi aklıma. Kurtuluş Mücadelemizdeki kahramanlıkları bizzat oynayarak öğreneceklerdi öğrenciler. Apar topar Baldöktü’nün Okul Müdürü Mehmet Bey’in yanında aldım soluğu. Düşüncelerimi belirttiğimde onun da gözleri parlamış, gereken desteği vereceğini belirtmişti.
İki gün sonra seçmeler için salona indiğimde , birbirinden yetenekli öğrenciler vardı karşımda. Hepsini oynatmak geldi içimden bir an. Ama bu imkansızdı. yirmi beş kişi ile sınırlıydı oyuncu kadrosu. Ertesi gün Esen İbak’ın gösteri salonuydu buluşma adresimiz. Odamda bir o yana bir bu yana adımlıyordum. Heyecanlıydım. İlk defa bir oyun yönetecektim. Hem de sonunda dört kuşun olacağı bir oyun. Dakikalar geçmesine rağmen komşu okulun öğrencileri gelmemişti. Merak ettim aradım Müdür Yardımcısı Osman Bey’i. Öğrencileri 10 dakika önce gönderdiğini söyleyince çıktım hemen kapıya. Çocuklar dış kapıda bekliyorlardı. Aralarında hararetli konuşmaların olduğu belliydi karşıdan bakınca. Giriple girmemek arasında kararsızlardı. Hepsi, içlerinden birinin girmesini bekliyorlardı sanki. Ama cesaret edip içeri giren de yoktu.
Ne oldu dedim neden gelmiyorsunuz içeriye? İçlerinden Sinem adında bir kızın verdiği cevap bir yandan içimi acıtsa da diğer yandan başladığım işin ne kadar doğru olduğu düşüncesini pekiştirmişti bende. Demişti ki sıkılarak;
-Öğretmenim biz bu okuldan korkuyoruz. Deliler varmış burada.
Çocukları hangi sözlerle içeri aldığımı hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey ilk başta yaşadıkları kısa süreli donukluk ve bizim meleklerimizin herkese yaptıkları gibi onların da boyunlarına sarılıp hoş geldiniz demeleri. Ellerin birbirine kenetlendiği ve Baldöktü öğrencilerinin, gösterilen sıcaklık karşısında o şaşkın ve tedirgin bakışları. Dış kapıda söylediklerinden utanır bir hal bürümüştü yüzlerini. Bir adım ötedeki bu dünyadan nasıl olur da haberimiz yoktu diyordu sanki her birinin gözleri. . .
Provalar başlamış ve her geçen gün kaynaşma daha da artmıştı. Öğlen arası yapılan çalışmalar dışında artık teneffüs saatlerinde bile okulumuz Baldöktü’nün öğrencileriyle dolmaya başlamıştı. Ortak oyunlar oynanıyor, birlikte şarkılar söyleniyordu. Harçlıklarını biriktirip hediyeler alıyorlardı meleklere. Artık öcü değillerdi onlar, deli de değillerdi. Birlikte olmaktan keyif aldıkları arkadaşlarıydı.
Oyunun provaları dört ay sürdü. İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Halis İşler’in gönülden desteğiyle 25 Nisan’da yapıldı gala gecesi. Tam manasıyla muhteşemdi. Hele meleklerimizden Onur’un oyunun son perdesinde okuduğu “Atamız’ın Gençliğe Hitabesi” salonu coşku seline döndürdü. Oyunun sonunda sahnede el ele gönül gönüleydi çocuklar. Eğildiler alkışlar eşliğinde seyircilere bakarak.
Siz hiç engelli çocuk tanıdınız mı?
Küçük bir gülümsemeye tüm dünyasını açar size. Yürekten gelen bir coşku ile karşılık verir, ilginize. Bakın gözlerinin içine. Bakın sahneye! Bu sahneye. İşte o çocuklar tam önünüzde.