SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?

 Sizin hiç babanız öldü mü? Bu sözlerle başlar Cemal Süreya’ nın ünlü şiiri ve devam eder: Benim bir kere öldü kör oldum/ Yıkadılar, aldılar, götürdüler/ Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
          Hiçbirimizin yakıştıramadığı gibi Cemal Süreya da yakıştıramaz babasına ölümü…
          Ne tuhaf değil mi? İyinin karşısına kötüyü, güzelin karşısına çirkini, sevginin karşısına nefreti koyar ve çok kolay kabullenebiliriz de; yaşamın karşısına ölümü koyamayız nedense!
          Oysa ölüm yaşamın göbek adı değil midir sizce de?
          Uzun zamandır alışmaya çalışıyorum bende babamın yokluğuna…
          Bazen kapıdan içeri girecekmiş gibi geliyor, bazen de sahilde yürüdüğünü düşünüyorum ya da spor kulübünün bahçesinde, rüzgardan hışırdayan dalların altında arkadaşlarıyla sohbet edip, şakalaşıp oyun oynadığını…
          Ama ne yazık ki öyle değil işte!
          Nasıl olduğunu ise Necati Doğru’ nun Vatan Gazetesindeki köşesinde ( tam da babamıkaybettiğimiz günlere yakın) yazdığı ve beni çok etkileyen o muhteşem yazısı öyle güzel anlatıyor ki:
          “ Hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Ben yaşadıkça, annem, kardeşlerim, komşularımız, tanıdık bildiklerimiz yaşadıkça o hep yaşayacakmış gibi gelir.
          Fakat gün olur…
          Güneşin batışı gibi…
          Yıldızın kayboluşu gibi…
          Bir güzel filmin bitişi gibi…
          Baban öldü derler.
          Babaların ölümünü bilirim. Yaşadım, benim gazetede sevdiğim yazar olan oda komşum Selahattin Duman’ ın babası “Dr. Abdullah Duman” da ömür kavsini tamamladı, hayata gözlerini kapadı.
          Tanımadım.
          Yüzünü görmedim.
          Merhaba demedim.
          Babalar, oğullarının doğuşunu unutmaz. Bebekliklerini… Anne memesini emişlerini… Ayakları üzerinde dikilmeye başladığı gün birkaç sarsak adım atışlarını, sünnet düğünlerini… Oğlanın “ babasını saymayı, annesinin örneğine bakarak; annesini sevmeyi de özellikle babasının örneğine bakarak öğrendiğini” sadece babalar görür…
          Okula kayıt oluşlarını…
          Okul bitirişlerini…
          Askere gidişlerini…
          Evi terk edişlerini, ben de siz olmadan varım diye benlik gösterisine kalkışlarını; evlenmelerini, düğünlerini, dünyaya gelen torunları babalar “sevgi albümünün” içinde özenle toplayıp biriktirir.
          Ve o gün gelir.
          Baban öldü derler.
          (…)
          Babalar iyi hoca değildir.
          Oğluna iyi öğretici olamaz.
          Çünkü babalar, oğullarını çok sever ve olaya çok sevgi girdiği zaman işe endişe karışır, acelecilik karışır ve babalık denilen karanlık benlik, oğlan çocuklarını kötü eğitir.Fakat Selahattin , bir yazısında babasının ezberinden;”oğluna doğru yolu göstermesine örnek olarak” bir şiir yazmıştı.
          Şeb-i yeldayı, muvakkit ve müneccim ne bilir. Müptelayı gama sor, kim geceler kaç saat.
          Diyor ki:
          Gecelerin ne kadar uzun olduğunu (şeb-i yelda =en uzun gece) vakit bildirene (muvakkit) sorma; falcılara, büyücülere de (müneccim) sorma; dert çekene, gam çekene, drama düşmüşlere sor, onlar bilir.
          Babalar iyi öğretici olamaz.
          Ama bir gülüşle..
          Bir sarılışla..
          Bazen bir haykırış..
          Bazen öfkeli bir bakış..
          Bazen de bir beyitlik bir şiirle en büyük öğretici onlar olur. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelir… Baba hep yaşayacakmış gibi gelir… Fakat bir gün “baban öldü” derler.
          Ve şimdi sadece bir oğul olarak değil, iki çocuk sahibi bir baba olarak onu daha da iyi anlayabiliyorum.
          Yıllar geçtikçe birçok davranışımın ve huyumun “Babama” inanılmaz şekilde benzediğini fark ediyorum.
          Ve  “A. Murat Bek” in oğlu olmaktan (yaşarken olduğu gibi) bugün de gurur duyuyorum.               
          26 Temmuz Pazar günü  babam Ahmet Murat Bek’ in ölüm yıldönümü…
          O’nu özlemle ve Rahmetle anıyoruz.

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol