Kurban filmi, Tarkovski’nin günümüzün teknolojik dünyasına avaz avaz bağırarak karşı çıktığı bir destan ve orada gerçek aklı keşfetmiş ve normal insanı sisteme itiat edenler olarak algılarken; „modern“ yaşama karşı çıkan ve teknoloji eleştirisi yapan aykırı ve özgür ruhları delilik ile simgelemiş… Ve “Nostalji“ filminde de başka bir “deli“ ile karşılaşıyoruz… Sisteme karşı çıkan bir başka aykırı ruh… Domenico... “Delinin teki, ben, size utanmanızı söylüyorum, ne biçim bir dünya burası!“
Dış dünyanın kötülüklerinden ailesini korumak amacıyla, onları 7 sene eve kilitlemiş bir deli, Domenico… Ve daha sonra Roma’da bir meydanda insanlık adına kendini yakan bir aykırı ruh… Kendisini yakarken arkasında bir plakatta şöyle yazar: „Biz deli değiliz, biz ciddiyiz“ Bundan sonrasını bir delinin ağzından dinleyelim:
„Büyük ustalar, dahiler kalmadı artık, zamanımızın gerçek kötülüğü budur. Faydasız görünen seslere kulak vermeliyiz. Okul duvarları, asfalt yollar, mutluluk vaat eden reklamlar ve uzun kanalizasyon borularıyla dolduruluyor beyinleriniz. Bırakın sadece böcek vızıltıları girsin beyinlerinize.
Her birimiz gözlerimizi ve kulaklarımızı büyük amaçlarla doldurmalıyız. Birisi piramitleri tekrardan yapabileceğimizi haykırdığında ona inanmalıyız, yapıp yapmamanın önemi yok, o isteği beslemeliyiz. Ve sınırsız bir çarşaf gibi ruhun köşelerini esnetmeliyiz.
Sözde delilere kulak vermeliyiz. Dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler sözde akıllı olanlardır, kendilerine akıllı diyenlerdir.
İnsanoğlu dinle! Eğer içinde bulunduğunuz bataklığın farkında değilseniz, hala bu çamura bakıyorsa gözleriniz ve bu bataklıkta yemeğe içmeye devam edebiliyorsanız ve biz delilerle yatmaya cesaretiniz yoksa hala; özgürlük faydasızdır, sahip olduğunuz şey, o çok istediğiniz, özgürlük değildir.
Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken ben neredeyim? İşte son kararım: Geceler güneşli olmalı ve ağustos karlı. Büyük şeyler sona erer, sadece küçük şeyler baki kalır. Doğaya bak ve hayatın ne kadar basit olduğunu gör. Bir zamanlar ait olduğumuz yere, hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz, suları kirletmeden yaşamalıyız artık.“
Andrey Tarkovsky 1983 yılında İtalya’ya gider ve orada mülteci olur ve bir daha ülkesi Rusya’ya dönemez… Nostalji, onun ilk defa kendi ülkesinde çevirmediği (İtalya’da) son filmlerinden biridir… Yönetmen, bu filmde iç dünyasını, kederini, ülkesine özlemini, köklerinin geldiği rus kültürünü, gelenekleri, alışkanlıkları ve ruhsal çatışmalarını ve tüm bunların yabancı ve de ona çok yeni bir bambaşka ortamda ruhuna yansımalarını incelemiş... İki farklı dünya görüşünün ve anlayışın karşı karşıya gelmesi, doğu ve batı çelişkisi var filmde…
Film belirsiz ve sisli ama şahane görüntülerle başlıyor… Kendisinin olduğunu düşündüğüm filmin kahramanı, ki adı da Andrey, İtalya’da güzel bir manzaraya bakarak şöyle diyor: „Bu güzel görüntüleri görmekten yoruldum“ Yabancı bir göğün altında, geçmişe ve ülkeye özlemin muhteşem ifadesi, tek cümle yetiyor bize… Göç ve geride bırakılanlara özlem, terkedilen memlekete özlem… hala sevilen ama bir daha kavuşulamayacak ülkeye özlem…
Rusya’dan kaçarak gelmiş ve bir evde hizmetçilik yapan bir kadın, çalıştığı evi yakmış… Neden? Çünkü bu ev onun geri dönmesini engelliyor! Bu özlem, adeta bir hastalık halini almış Andrey’de de…
Filmde izi sürülen Rus müzisyen bir mektubunda şöyle yazar: „Köle olacağımı bile bile vatanıma dönüyorum“ Ve film süresince anlaşılır ki; döndüğünde kendini içkiye vermiştir ve intihar etmiştir… Müzisyen şöyle yazar mektubunda:
„Dün gece bir rüya gördüm, bir tiyatro sahnesinde çıplak bir heykeli canlandırıyordum. Elim öylece havada, kımıldamadan duruyorum. Hareket etmekten çok korkuyorum, çünkü sahiplerim beni gözetliyorlar. Sonunda elimde hiç güç kalmayınca aniden uyanıverdim. Korktum, çünkü bu benim kendi gerçekliğimdi aslında. Ben vatanıma dönmezsem ölürüm. Bir kez daha doğduğum toprakları, huş ağaçlarını, çocukluğumun kokusunu, o havayı solumazsam ölürüm.“
Filmde herşey birbirine karışmakta…gerçek, rüya ve anılar… Bir yerinde çöyle diyor baş kahramanımız: „Şiirler tercüme edilemez, hiç bir zaman onun gerçek anlamını bilemezsin. Hiç bir sanat eseri veya edebiyat ile başka bir kültürü tanıyamazsın. Onları tanımak ancak aradaki sınırları kaldırmakla mümkündür“ Bu sınırlar sadece coğrafi değil ruhsal engellerdir de…
Tarkovski’nin memleket özlemi bence sadece yurduna hasretle sınırlı değil, onun aradığı belki de bu maddi dünyada ruhsal bir barınak… Bizi sınırlayan, ruhumuzu kısıtlayan ve içsel gelişmemizi engelleyen ve sürekli yasaklar koyan bu dünyada; manevi bir yer aramaktadır aslında… Bundan dolayı, içi boşaltılmış ve dogmaların kurbanı edilmiş inançları ve onu bu hale getiren sistemi kritize eder… Günümüz toplumlarında sadece tüketim vardır, maneviyat unutulmuştur, tüm inançlar kapitalistlerin ellerindedir artık… Umut ise özgür bir ortamda olabilecek inançtır…
İşte bu yüzden, film vatana özlemin yanısıra materyalizme olduğu kadar; dini, çıkarları doğrultusunda kullanan sisteme de bir karşı çıkıştır… Batı dünyasının acımasız materyalizmi ve aç kapitalistleriyle ile bir karşılaşmadır Nostalji…
Sözümüzü yine filmden bir cümle ile bitirelim:
„Büyük aşklarda öpüşme yoktur, çok saftır onlar, hiç bir şey yoktur ve işte bu yüzden büyüktürler.“
Yaşasın aşk, yaşasın delilik…