"Eğer birşeyden eminseniz, buna bir de başka bir açıdan bakmaya zorlayın kendinizi. Aptalca veya yanlış olduğunu düşünseniz bile yapın bunu. Birşey okurken yalnızca yazarın düşüncelerini dikkate almakla kalmayın, bu konuda kendinizin de ne düşündüğünü tartın. Kendi benliğinizin sesini bulmaya çalışmalısınız."
N.H. Kleinbaum - Ölü Ozanlar Derneği
Tüm dünyaya, yaşananlara, olaylara, kişilere başka başka açılardan bakmak ve anlamaya çalışmak; kendimizce yanıtlar ve çözümler bulmak ve bu yolla kendimizi tanımak belki de içsel yolculuğumuzda bize yardım edebilir…
Geçen hafta başladığımız konuya devam edelim diyorum bu hafta da… Yani; bizi özümüzden uzaklaştıran, beyinlerimize çıkmayacak derinlikte kazılan, ruhlarımızı köle eden, yaptığımız herşeyin karşılığını beklememizi amaçlayan sistemi anlamaya çalıştığımız konuya…
İkinci dünya savaşından sonra iyice belirginleşen ve geçerliliğini iyice pekiştiren bu paradigma ile uyuşamayanlar, 68’li yıllarda ilk olarak gençler oldu… Bu çocuklar kendi toplumlarının eğitim ve gelir seviyesi yüksek tabakasına aittiler… Ve o yıllarda başka paradigmalar aramaya başladılar, kuralların değişmesiyle bütün dünyanın değişeceğine inandılar… Ve çağdaş uygarlığa ve onun getirdiği robotlaşmaya, aynılaşmaya karşı geldiler… Özgürlükten yana oldular, savaşa ve militarizme karşı çıktılar… Avrupa’nın bu hippi çocuklarını; askerlik aleyhtarı, barış yanlısı davranışlarıyla, „savaşma seviş“ benzeri sloganlarıyla ve protest şarkılarıyla hala anarız…
Düzene karşı çıkış geri kalmıs ülkelerde daha farklı biçimde gelişti, onlar mensup oldukları halkların daha iyi koşullarda, daha insanca yaşamalarını istediler ve çoğu da yaşlanamadan, düzenin sahipleri, paradigmanın yöneticileri tarafından öldürüldüler, yok edildiler…
21. yüzyılda bu düzen daha da korkunçlaşarak devam etmekte… Bilinen bu pragmatik mantık ile yüzyılımızda yeni bir paradigma daha doğdu… Bu yeni düzen, bir öncekinin devamı, hatta daha da acımasızı… Zihinlerimizin iyice uyuşturularak; duygu, düşünce, davranış ve algılamalarımızı, dünyaya hükmedenlerin yararına olacak şekilde belli kalıplara sokan yeni ve tek dünya düzeni…
Ve onlar her geçen gün korkunçluklarını ve acımasızlıklarını artırarak üzerimizde hüküm sürmekte, insanlığı ve dünyayı kaosa sürüklemekteler… Tüketim sürekli özendirilmekte ve bunun sonucu elde edilen konfor ve rahat yaşamın bedeli olarak ruhlarımızı satmaktayız onlara… Maddi rahatlık karşılığında manevi bir cöküş yaşanmakta…
Çağımızın bu yeni paradigmasına karşı çıkanlar var yine… Eski yöntemlerle devam edilemeyeceğini anladı bir çok insan… Çünkü bu yöntemler onların ekmeğine yağ sürmekle kalmıyor, onlara karşı yapılan her türlü savaşı kazanarak her defasında güçlenmiş olarak ortaya çıkmalarına neden oluyorlar… Bu demektir ki, bizim mücadele yöntemimiz farklı olmalı artık… şimdi artık bunun zamanıdır…
Meslektaşım ve aynı zamanda kadim zamanlardan okul arkadaşım Bekir’in, konuyla ilgili bir yorumunu sizinle paylaşmak istiyorum: „Aynılaşma, tek tip insana indirgenmiş kalabalıklardan oluşmuş bir kütle. Hoş geldin sürü. Sürü de tıpkı bir karadelik gibi gelen tüm aydınlama ışıklarını soğuruyor. O zaman da; bir zamanlar Nazım’ın dediği “sen yanmazsan ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” artık bir şey ifade etmiyor sanki. Çünkü yanarak oluşturduğun aydınlık da bir çeşit kara delik halini alan sürü tarafından yutulmakta. Yanan yanmışlığıyla kalıyor gibi. “
Tek tek yanarak bir yere gelinemiyeceğini anladık mı bilmem! Bir mum olmak yetmiyor ama bunu büyük bir yangına çevirmek de yine onların ekmeğine yağ sürmekten öte gidemiyor maalesef… çünkü yangın söndürme aletlerinin tümü yine onların ellerinde… Yangını anında söndürdükleri gibi, közün bir daha alev almaması için her türlü önlemi de alıyorlar… Hatta çoğunlukla yangını bilinçli olarak körüklüyorlar, öyle ki bazen ilk kıvılcımı kendileri ortaya atıyorlar… Amaç ise çok basit: yangın çıkartma potansiyeli olanları ortaya çıkartmak, alanlara dökmek ve hemen yok edivermek… Bunların hepsi oyunun parçaları… Ve bu oyunlar bize çok tanıdık artık… Geçmişte yaşananlar bunun ispatı değil mi, sizce de?
Artık yeni bir devrim modeli geliştirmemiz lazım… Onların direk hedefi olmadan, onları kendi silahlarıyla vurmalıyız… Bizi yöneten bu canavarı aç bırakmalıyız, beslememeliyiz… Onu besleyecek her türlü gereksiz tüketime son vermeliyiz, onu öldürmeliyiz… Ek olarak da; ruhlarımızı köleleştiren, bizi robotlaştıran, onların yoluna sokan, başta büyük medya olmak üzere her türlü organdan uzak durmalıyız ve de her olaydan ve bilgiden mutlaka şüphe duymalıyız, her türlü alternatif bilgiye açık olmalıyız…
"Ah, ne güçtür bizler için inançları ve dersleri bir yana bırakmak. Ailemiz, geleneklerimiz ve çağımız bizi öylesine koşullandırmıştır ki. Acaba biz önyargılardan, alışkanlıklardan ve etkilerden kendimizi nasıl soyutlayabiliriz?"
N.H. Kleinbaum - Ölü Ozanlar Derneği
Bu karşı geliş diğerinden çok daha zor inanın… Hayat içindeki alışkanlıklarımızı, yaşama bakışımızı radikal anlamda değiştirmek; bir dava uğruna, gözünü kırpmadan ölmek kadar zor bir iş… Sana sunulan konforu redetmek, toplumun kurallarına, dikte edilen normlara ve geleneksel baskılara karşı durarak düşüncen doğrultusunda bir yaşamı benimsemek; yani özünde ve sözünde aynı olmak hiç de sanıldığı kadar kolay değil, buna kocaman bir yürek gerek…
Bunu nasıl başaracağız? Benim aklıma gelen başlıklar şunlar: Düşünceye özgürlük, hareketlere özgürlük, sahip olma duygumuzu köreltmek ve tüketimi en aza indirgemek, teknolojiye karşı durmak… haftaya bu konuları biraz daha açalım isterseniz… Ama sizden bir ricam var şimdi, bu konulardaki düşüncelerinizi bana yazarsanız memnun olurum, böylelikle olaylara başka açılardan bakma olanağını bana sağlamış olursunuz… şimdiden teşekkürler… kalın sağlıcakla… E-mail adresim: [email protected]