SANATIN DÜNYASI (5)
“Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip durdular. Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdir işte.”
Böyle diyor Milan Kundera, “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” nde... İnsanoğlu tüm sanatsal gücünü aşkı anlatmak için kullanmış sanki binlerce yıldır... Sanatın dünyası adını verdiğim bu yazı dizisinde babamın vefatıyla yola çıktım, sanat ve edebiyatın yardımıyla ölüm ve yaşamı konu edindim, bu bizi hayatın anlamını kavramaya götürdü ve karşımıza din ve maddecilik ve doğal olarak vahşi kapitalizm çıktı... Nasıl aldatıldığımız, sömürüldüğümüz, sistemin çarkları arasında nasıl ezildiğimiz, özgürlük kavramı, kölelik, batının materyalizm’i ve doğunun mistizmi filan derken şimdi de, şu dünyada bizi biz eden, insan yaşamının en merkezindeki olmazsa olmaz en önemli konuya geldik... Aşk.. Konuya başlamadan önce, benim için dünyanın en güzel aşk şiiri olan bir kaç dizeyi sizinle paylaşmak istiyorum... Nazım Hikmet’in aşkı yalın, samimi ve bir o kadar da doğal, yaşam ve ölümün ayrılmaz bir parçası adeta...
Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan birşeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi…
Aşık Veysel ise şöyle demiş: "Kavuşamazsın, aşk olur."
Oysa günümüzün bilgesi Osho aşkı yüceltiyor, aşka bambaşka bir gözle bakıyor ve aşk ruhun gıdasıdır, yemeyen vücut nasıl güçsüz kalırsa, aşksız ruh da öyledir, diyor ve devam ediyor aşkla, aşk üzerine övgülerine, “Aşk, Özgürlük, Tekbaşınalık” adlı kitabında... Şimdi Osho’nun düşüncelerini, onun ağzından ama benim cümlelerimle ve de kelimelerimle okuyalım mı, ne dersiniz? Bu uzun yazı aşka doğru büyülü bir yolculuğun başlangıcı olacak aranızda bir kaç kişi için belki de...Haydi rastgele...
Aşk insanı isyankar ve devrimci yapar, yükseklere uçabilecek kanat taktırır... Ve aşk sayesinde anlayışın gelişir, kendine güvenin artar, hayatı güzel görmeni ve tüm insanları sevmeni sağlar, hatta öyle olur ki, aşık insan düşmanını bile hoş görecek duruma gelir... Ama; ilk adım önce kendini sevmektir... Tüm organizmanı, bedenini ve ruhunu sev ve kabullen... Sevmek ve kabullenmek önce kendinle başlar...
Gerçek aşkı yaşayan birisi, kendisiyle karşılaşacaktır, kendini tanımak için bundan büyük bir nimet olamaz... Bizim sıkça karşılaştığımız ve bildiğimiz günümüz aşkı, biyojojik bir dürtüdür sadece, hormonlardan kaynaklanır, kolaylıkla değişebilir, vücut kimyasındaki en ufak bir değişim sözde “yüce aşkın” yok olmasına neden olabilir...
Biz “tutku”ya aşk diyoruz, tutkunun gizemli bir tarafı yoktur aslında, sadece biyolojik bir oyundur... Bunun dışındakı “gerçek aşk” ise insanın bilincinden kaynaklanır, bedende değil en derindeki benlikten gelendir... Tutku bedenden kaynaklanır, aşk ise bilinçten...
Ama insan kendini tanımadığı sürece, bedensel tutkuları aşk zanneder... Gerçek aşkı tanıyan insanlar çok azdır aramızda ve onlar huzurlu ve de sessizdirler... Bu huzur ve sessizlik sayesinde en derindeki benlikleri ve ruhları ile temasa geçebilirler... Ve onlar aşkı ve gerçeği bilenlerdir...
Aşktan anladığımız iki ruhun birleşmesi olmalıdır, sadece seksüel ve biyolojik birleşme değil... Ve işte o zaman aşk insanı doyuma ulaştırır ve işte o zaman dost olmayı da başarırsın... Dost olmak çok önemlidir, çünkü dost olmayı başaramadığın sürece, kişiler arasında düşmanlık duyguları gizlice oluşmaya başlar... Sadece cinselliği ve çocuk yapmayı aşk sanırsan ve de dostluk da yoksa arada, bir süre sonra aranızda savaş başlar...
Ask, biyolojik bir istek değildir... Cinsel arzularımız, neslin devamını sağlayan hayvansal tarafımızdır... Doğa, bu duygu sayesinde sürekliliğini devam ettirir... Bu yüzden; aşk ve cinsel istek birbirinden ayrılmalıdır... Cinsel istek kör bir tutkudur, aşk ise sessiz ve sakin bir ruhun ilacıdır.. Aşk, bilincin yükseklere uçması, bedeni ve maddeyi aşma halidir.. Maddenin bir sınırı vardır ama bilincin, ruhun sınırından söz edilemez, aşk işte bu yüce sınırsızlık halidir...
Bırakın aşkı, çocuklarımızı sevme şeklimiz bile batı mentalitesine uydurulmuş durumda... Onları kendi değerlerimize göre şekillendiriyoruz, onları hiçe sayarak hem de.... Halbuki hiç bir şey beklemeden onları sadece sevsek! Sevgi ne yüce bir duygudur ve çözümdür her daim...
Bizler; anne-babaların, öğretmenlerin, hukukçuların, din adamlarının, yöneticilerin, politikacıların, ekonomistlerin, parayı ellerinde tutanların, medyanın ve de imaj yaratıcılarının bizi bozup bir kalıba soktuğu, kendi özümüzden uzaklaştırıp yozlaştırdığı, yabancılaştırdığı, köleleştirdiği yalancı bir dünyada yaşıyoruz... Küreselleşme ile batı bize yoksul bir iç dünya yanında zengin bir dış dünya sunmakta ve gözümüzü bağlamakta sürekli... Küreselleşme ile doğu yok olmaya doğru gitmekte...
Bu kadar kötülüğün, yabancılaşmanın, köleliğin olduğu bu dünyada; aşk ne keyifli bir iştir! Anlayıp kabullendiğin bir ilişkide, her yeni anlayış ve kabulleniş yeni bir başlangıçtır... Aradaki dostluk ile, karşındakinin yeniden yeniden başka özelliğini keşfetmek, onun en derin hislerine, varlığının en uç noktalarına ulaşabilmek, çözülmesi zor bir muamma ile sonsuza dek uğraşmak ne müthiş bir maceradır... hep yeniden yeniden başlamak, aşka nedendir...
Ve onu araştırırken, tanırken kendini de tanımış olursun.. karşındakinin derinine inerken, kendini de en derinden anlayacaksın... Yani; aşk birbirine ayna tutmaktır... Onu ne kadar çok tanırsan, gizemi de o derece artacaktır.. tanıdıkça, bu derin kuyuya indikçe daha ne kadar çok şey bilmediğini anlarsın ve aşk, seni sonsuza kadar mutlu edecek doyumsuz bir maceraya dönüşür...
Cinsel dürtülerin galip gelmesi aşkı yok eder, çünkü, üremek için aşka gerek yoktur, insan aşık olmadan da çocuk yapabilir pekala...
Aşk, özgürleşmenin tek yoludur.. Gerçek aşk ruhsal birlikteliğin dışında başka bir maddesel bağlılık gerektirmez... Ama insanoğlu öyle bir şey yaratmış ki, aşkın en büyük düşmanıdır bu: Evlilik... Evlilik bir is anlaşmasıdır... Belediye memuru önünde bağlılık yemini edilir, aşka hakarettir bu, aşkın yarattığı ruhsal bağlılığı hiçe saymaktır, kendine ve aşka güvensizliktir, kanunların aşkın üstüne çıktığı haldir...
Evlilik, büyük bir işkence olabilir bazen... mesela evli çiftler aynı yatağı paylaşmak zorundadırlar... Çift kişilik yatak insanlığa yapılmış en büyük kötülüktür... Kanunlarla, yasalarla kendini bağladın, şimdi yatakta bile özgür değilsin, istediğin gibi hareket edemezsin, sağına soluna rahatça dönemezsin...
İnsanların ayaklarında ağır bir pranga olan ve onları birbirine kopmaz kalın sicimlerle bağlayan evlilik yüzünden bütün insanlar mutsuzlar ve dünya hala bu mutsuzluğun sebebini bilmiyor... Çünkü evlilik sadece masum bir birliktelik değil, tam tersine insanların birbirlerini ezmeye, sahiplenmeye, güçlerini göstermeye, karşındakinin bireyselliğini mahvetmeye yönelik acayip bir durum olmakta sürekli...
Birlikte yaşıyorsan bile bırak arada mesafe kalsın.. Sorgulamayı bırak, şüpheyi, kıskançlığı bırak... Aşkta bunlar yoktur, güven vardır.. Aşk asla diğerinin özgürlüğüne karışmamaktır, kendi isteğini zorla kabul ettirmeye çalışmamaktır... Maalesef biz aşkı hiç bilmiyoruz.... Öğrenmediğimiz sürede de bu dünyada huzurlu ve mutlu olmamız mümkün değil ve bu daimi mutsuzluk ve onun ikiz kardeşi olan depresyon sonucu, bunlardan kurtulmanın bir yolunu bulmak uğruna hayatın anlamını arayıp arayıp duracağız ölene dek...
Fazla iç içe olmak, karşındakini ezmek, büyüyüp gelişmesini engellemek durumlarında aşk yoktur... Tüm karı-kocalar birbirlerinin hayatlarını cehenneme çevirmek için evlenmişler gibi trajı komik bir durum çıkıyor ortaya... Oysa ki aşk, bir armagan olmalıdır, bir bedeli asla olmamalıdır...
Aşk bir durumda ve ancak bir koşulda gerçektir: Kimseye ihtiyacın olmadığı, kendi kendine yetebildiğin, yalnızken de mutlu olduğunda rastladığın aşk, senin aradığındır.. işte bu gerçek aşktır, çünkü çıkarın yoktur, beklentin yoktur ve ihtiyacın yoktur.. Onu en özgür halinle seversin ve bu aşktan emin olabilirsin...
Dedik ya, aşk kıskançlık sevmez.. Bu durum bir çok kişiye garip gelebilir, seven insan kıskanır klişesi ne kadar yaygındır... oysa tam tersidir bunun... Çünkü kıskançlık bir incinme halidir ve incinen ise “ego”dur.. Hırslı olan egodur, sahiplenen de... çünkü ego ancak sahip olduğunda güçlenir ve var olabilir... Sahip olduklarının oranıyla ego güçlenir ve işte bu yüzden gerçek aşkta kıskançlığa yer olmamalıdır... Eğer egona yenilirsen, yüreğini kaplayan hırs, kıskançlık, öfke ve şiddet aşkın yerini alırlar... Bunlara sahipsen zaten sen baştan aşık değilmişsin, sadece aşk meskesi takmış bir zavallısın, çünkü bunlar öyle çirkinliklerdir ki, maskesiz asla var olamazlar...
Tutku ve cinsellik sıcaktır, nefret soğuktur.. Aşk ise tam ortada, serin ve ılıktır... Aşk; dingin, sakin, sükunet içinde bir duygudur... Ve bu sessizlikten şiir doğar, şarkı doğar, sanat doğar, varlığın dans eder.. Bu yüzden; kendi içinde rahatlayıp gevşemeyi bilmiyorsan aşkı hiç bir zaman öğrenemeyeceksin...
Aik, karsındakinin ruhunu görmektir, yani bedensiz olanı görmektir... Herkes içinde bir kadın ve bir erkek taşır... Dışardaki kadını veya erkeği aşkla sevdiğinde, onu tanıdığında kendi içindeki kadını veya erkeği de tanımaya ve sevmeye başlarsın... Esas orgazm kendi içimizdeki kadın ve erkeğin birleşmesidir... Yarı erkek, yarı kadin olan hindu tanrıçası Şiva, işte bunun simgesidir... İçsel orgazm; bir buluşma ve birleşme, yani kendini tanımadır... Böylelikle aşk, içinde uyumakta olan kadını veya erkeği uyandıracak ve onu bulmana, kendini bilmene yardımcı olacaktır... Dışardaki kadın sayesinde içerdeki kadınla tanışacaksın veya tam tersi...
Günümüzde evlilik kurumu bir günahlar silsilesi olmuştur... Eğer biriyle birlikte yaşıyor ve onu sevmiyorsan günah içinde yaşıyorsun... Sevmeden sevişiyorsan aşka karşı günah işliyorsun... İnsan aşkı öldürüyor gün geçtikçe, ne doğu ne de batı buna engel olmuyor... İşte bu yüzden aşk varsa orada kal... Aşkına sadık ol ve herşeye izin ver.. Tüm maskelerini at, dürüst ol, kalbini tüm çıplaklığı ile ortaya koy, sırlarından ve sınırlarından vazgeç...
Aşk, en büyük özgürlüktür dedik ve bu durum zekamızı da etkiler.. Aşık olmayan insanın zekası da azdır... Düşünemez, algılayamaz, yorumlayamaz ama aşk hayata itici bir güç oluşturur ve bunun sonucu gelişen cinsel hayat da olabildiğince doğal olur...En akıllı insanın cinselliği en gelişmiş olanlardır... Aman sakın yanlış anlaşılmasın, burada bahsettigimiz, tabii ki biyolojik yapımızdan ve hormonal zorunluluktan ileri gelen baskın ve zorlayıcı hayvani cinsellik değildir... Bizim bahsettiğimiz gerçek aşkın sebep olduğu cinsellik ve ruhda başlayanın bedende sonlandığı o benzersiz hazdır... İşte bu yüzden de; dünyayı yönetenler aşkı, sevmeyi, cinselliği sürekli baskılarla yasaklarlar, korku ve mutsuzluk bizleri yönetmelerini kolaylaştırır çünkü ve aşkın sebep olduğu cesaretten korkarlar...
Belli bir yaşa gelince, hormonal zorunluluktan ileri gelen cinsel arzu kişiyi terk etmeye başlar... Yogun ve ateşli seks ortadan kalkınca aşk filizlenmeye başlar.. İnsanlar bedenleriyle değil, ruhlarıyla birleşirler.. İçimizdeki hayvansal enerji, daha yüksek bir enerjiye aşk sayesinde dönüşür ve insan olma işlevi başlar... Bu duruma minnet duy, şimdi daha özgür bir dünyanın kapılarının açıldığına şahit olacaksın... Şimdi sana başka bir orgazm dünyası açılıyor... Ama bunu yaşamak icin karşında sadece gerçek ruh eşin ve aşkın olmali, aksi takdirde ölene kadar yaşayamazsın bunu... İlk doğumun için anne ve babana teşekkür et ama ikincisi belki hala seni bekliyor bir yerlerde... Onun adı aşk...
İnsanoğlu aile olayını bitirdi çoktan ama hala bundan haberi yok.. Bir kaç ileri görüşlü bunun farkında sadece, diğerlerinin bunu anlaması için daha zamana ihtiyaç var... gelecekte böyle bir eğilim olmayacak, pek çok alternetif yaşam biçimi geliçecek... Benim fikrim ise komün halinde yaşamak...
Komün yaşamın anlamı, akışkan aile biçimi... Orada güçler savaşı, sahiplenme yaşanmayacak, karı-koca birbirlerini yok etmeye uğraşmayacaklar, sadece sevgi ve özgürlük olacak... İnsanlar çıkar için değil sevgi için bir araya gelecekler ve belki de sonsuza kadar birlikte yaşayacaklar... Çocuklar komüne ait olacaklar, herkese ait yani.. Onlar için ne renkli bir hayat değil mi? Kişisel mal-mülk, ego yok... Bir kadınla bir erkek beraber yaşıyorlar, çünkü böyle istiyorlar, arada onları bağlayan kanun, yasa, kural, gelenek baskısı vs yok, sadece aşkla baglılar birbirlerine...
Ben aile yerine herkesin dost olduğu komünler görmek istiyorum... karı-kocalar için bile dostluk önce gelmeli.. Evlilik ise, insanların kendi aralarındaki ruhsal anlasmadan ibaret olmalı.. Birinden biri mutsuz olmaya başlamışsa, kolayca gidebilmeli... Bu durumda, ayrılık olduğunda çocuklar oyuna katılmayacaklar, onlar sorun gibi gösterilemeyecekler...
Batının ‘ilkel’ dediği ve aşağıladığı bir çok Afrika kabilesinde, beğenmediğimiz Avusturalya yerlileri Aborjinlerde hala buna benzer komünler halinde yaşamakta insanlar, bu bizim özümüzden gelen en doğal halimiz aslında, modern hayat dediğimiz yalancı ve sahte dünyanın icatları ve gereksiz kuralları ile mutluluğu arayıp duruyoruz boş yere... Ama maalesef insanoğlu bu derin mutsuzluk içinde yaşarken zamanla buna alışıyor, bunu olağan bir durummuş gibi algılamaya bile başlıyor... Oysa, insan tek bir an bile bu duruma katlanmamalı, kendimize bu değeri biçmeliyiz...
Bu tarif ettiğim biçimde, yaşam daha akıcı, daha güven verici olacak... Kanunların inceliklerinden ziyade yaşamın kendisine güven duyulacak, çocuklar ailelerinin yüklerini taşımayacaklar, onların en çirkin yüzlerini görmeyecekler ve bu insanoğlunun en büyük devrimi bu olacak...
Politikacilar, psikologlar, hukukcular, öğretmenler; ellerindeki her türlü imkanı kullanarak seni topluma uyumlu hale getirirler... Kolayca köleleşesin diye sana birazcik özgürlük de tanırlar ama bu sadece bir rüşvettir, her an geri alınabilir... Eğer gerçekten kendini özgür sandığın an seni hemen hapse atarlar...
Aşk, sannyasin olmayı gerektirir... Sannyasin; kendine yeten, yalnızlıktan korkmayan, kimseye ihtiyacı olmayan, hiç birşeye bağımlı olmayan, hiç kimseyle ve hiç bir şeyle bağlantısı olmayan kişi anlamına gelir... Tamamen yabancı kalmak ve sistemin dışına çıkabilmek gerçek aşkı yakalamak için bir fırsattır... Ve bu durum günümüz dünyasında bir günahtır, deliliktir... Ben şimdi sizi bu günaha davet ediyorum...