Biz sıradan yurttaşlar için Hukuk ve Adalet güvencesi ekmek kadar, su kadar yaşamsaldır. Haksızlığa uğradığımızda ona sığınırız. Suç işlediğimizde bunun karşılığında ceza alacağımızı biliriz.
Doğru, ahlaki, eşit, tarafsız, çağdaş bir hukuk düzeni, adalet sistemi toplumsal barışın da en temel ilkesidir.
Hukukçu olmayan bizim gibi sıradan insanların hukuk dersi vermeye yeltenmesi haddini aşmak gibi görünse de, darbelerle geçen hayatımızda, darbeler hukukunun yüreklerde açtığı yaralar, liberal politikaların güçlünün zayıfı ezdiği, ekonomik ve sosyal derin çelişkilerin her zaman güçlüden yana işlediği, çarpık ilişkiler sisteminde, sıradan yurttaşların Adalet ve Hukuk alanında yüzde yüz haklıda olsa, güçlünün ve devletin karşısında hiç şansı olmadığı algısı, adalet duygusuna ağır yaralar açtığını kimse inkar edemez.
Yakın- uzak tarihimiz bunun yüzlerce binlerce örneği ile doludur.
Devlet adına işlenen cinayetlerden tutun da, milliyetçilik ve vatan kurtarıcılığından, kitlesel katliamların sorumlularını cezalandırarak, mağdurların ve yakınlarına ne de kamu vicdanını rahatlatacak bir adalet güvencesi sağlayamadı, sağlanamadı. Her gelen iktidar, darbeci kendi hukukunu topluma dayattı. Her dayatılan, yeni çatışmaların ve acıların düşmanlıkların, parçalanmaların kaynağını oluşturdu.
Ergenekon adıyla yürütülen davada, bu güne kadar dokunulmayanlara dokunulması karanlık işlerin deşifre edilmesi yüreklere su serpmişti derken, işin rengi değişmeye başladı.
Toplumdaki saygın yeriyle ÇYDD Genel Başkanı ve Şube yöneticilerine kadar, darbeci ve faili meçhul zanlılarıyla eş değerde görülmesi siyasi iktidarın kendi hukukunu dayatması değilse nedir?
Diyelim ki hiçbir şeyi atlatmadan yürütüyorlar. Peki, Deniz Feneri davasının geldiği nokta nedir? Ya da ÇYDD’nin Eğitime yaptığı katkı, verdiği burslar, kitlesel yapısı siyasi iktidarda rahatsızlık mı yarattı? Tamam. Ama tarikat ve cemaatlerin çevresi yüksek duvarlarla örülü, adeta toplumdan tecrit edilmişçesine “Talebe yurtları” adı altındaki faaliyetler, yüksek duvarlı villalarda kayıt dışı öğrencievleri, yada kirası “ablalar” tarafından temin edilen oturma evleri, ışık odalarını bilmeyen var mı?
Bu günkü siyasi iktidar ÇYDD’nin Eğitim ve Burs Hizmetlerini özellikle kız çocuklarının okutulması gayretlerin kendi siyasi ikbali için darbeciler kadar tehlikeli görmüş olmalı ki “Ne şeriat, ne darbe” söylemiyle darbecilerden bile tepki gören Türkan Saylan Hoca’yı zan altında alabilecek kadar gözü karalar.
1980’e gelirken İMF ve Dünya Bankası’nca Turgut Özal’ın koltuğuna sıkıştırılan 24 Ocak Kararları diye tarihe geçen yerli sermaye ve uluslar arası işbirlikçilerin dayattıkları serbest piyasacı, özelleştirmeci politikaları hayata geçirmek için, 12 Eylül öncesi güçlü işçi ve emekçi hareketini siyaset sahnesinden bertaraf etmek için nasıl 12 Eylül darbesi tezgahlandıysa, bugün AKP ve müttefikleri kendi siyasi ikballeri adına yollarına çıkacak herkesi ve her kesimi Ergenekon torbasının içine doldurarak ülkedeki çağdaş kurum ve örgütlenmelerin saygınlığına gölge düşürerek pasifize etme gayretinde olduğunu görüyoruz.
Evet Ergenekon, Özel Harp, Gladyo – Mafya İlişkileri, darbeci girişimler ve 12 Eylül darbecileri sorgulanmalı soruşturulmalı, eşit ve adil bir yargılamayla kamuoyu vicdanını rahatlatacak, sonuçları bir daha hiç kimsenin darbeye cesaret edemeyeceği hukuki cezalar görmelidirler. Kimsenin yaptığının yanına kalmayacağı bir adalet anlayışı hakim kılınmalıdır. Aksi halde hiç kimse kendini, kendi ülkesinde özgür ve güvende hissedemez. Eşit adil evrensel olmayan, hak ve özgürlükleri ciğneyen bir hukuk anlayışı, gün olur devran döner, kendi adaletiniz, birgün sizi vurur da size uzanacak yardın eli bulamazsınız.
Doğru, ahlaki, eşit, tarafsız, çağdaş bir hukuk düzeni, adalet sistemi toplumsal barışın da en temel ilkesidir.
Hukukçu olmayan bizim gibi sıradan insanların hukuk dersi vermeye yeltenmesi haddini aşmak gibi görünse de, darbelerle geçen hayatımızda, darbeler hukukunun yüreklerde açtığı yaralar, liberal politikaların güçlünün zayıfı ezdiği, ekonomik ve sosyal derin çelişkilerin her zaman güçlüden yana işlediği, çarpık ilişkiler sisteminde, sıradan yurttaşların Adalet ve Hukuk alanında yüzde yüz haklıda olsa, güçlünün ve devletin karşısında hiç şansı olmadığı algısı, adalet duygusuna ağır yaralar açtığını kimse inkar edemez.
Yakın- uzak tarihimiz bunun yüzlerce binlerce örneği ile doludur.
Devlet adına işlenen cinayetlerden tutun da, milliyetçilik ve vatan kurtarıcılığından, kitlesel katliamların sorumlularını cezalandırarak, mağdurların ve yakınlarına ne de kamu vicdanını rahatlatacak bir adalet güvencesi sağlayamadı, sağlanamadı. Her gelen iktidar, darbeci kendi hukukunu topluma dayattı. Her dayatılan, yeni çatışmaların ve acıların düşmanlıkların, parçalanmaların kaynağını oluşturdu.
Ergenekon adıyla yürütülen davada, bu güne kadar dokunulmayanlara dokunulması karanlık işlerin deşifre edilmesi yüreklere su serpmişti derken, işin rengi değişmeye başladı.
Toplumdaki saygın yeriyle ÇYDD Genel Başkanı ve Şube yöneticilerine kadar, darbeci ve faili meçhul zanlılarıyla eş değerde görülmesi siyasi iktidarın kendi hukukunu dayatması değilse nedir?
Diyelim ki hiçbir şeyi atlatmadan yürütüyorlar. Peki, Deniz Feneri davasının geldiği nokta nedir? Ya da ÇYDD’nin Eğitime yaptığı katkı, verdiği burslar, kitlesel yapısı siyasi iktidarda rahatsızlık mı yarattı? Tamam. Ama tarikat ve cemaatlerin çevresi yüksek duvarlarla örülü, adeta toplumdan tecrit edilmişçesine “Talebe yurtları” adı altındaki faaliyetler, yüksek duvarlı villalarda kayıt dışı öğrencievleri, yada kirası “ablalar” tarafından temin edilen oturma evleri, ışık odalarını bilmeyen var mı?
Bu günkü siyasi iktidar ÇYDD’nin Eğitim ve Burs Hizmetlerini özellikle kız çocuklarının okutulması gayretlerin kendi siyasi ikbali için darbeciler kadar tehlikeli görmüş olmalı ki “Ne şeriat, ne darbe” söylemiyle darbecilerden bile tepki gören Türkan Saylan Hoca’yı zan altında alabilecek kadar gözü karalar.
1980’e gelirken İMF ve Dünya Bankası’nca Turgut Özal’ın koltuğuna sıkıştırılan 24 Ocak Kararları diye tarihe geçen yerli sermaye ve uluslar arası işbirlikçilerin dayattıkları serbest piyasacı, özelleştirmeci politikaları hayata geçirmek için, 12 Eylül öncesi güçlü işçi ve emekçi hareketini siyaset sahnesinden bertaraf etmek için nasıl 12 Eylül darbesi tezgahlandıysa, bugün AKP ve müttefikleri kendi siyasi ikballeri adına yollarına çıkacak herkesi ve her kesimi Ergenekon torbasının içine doldurarak ülkedeki çağdaş kurum ve örgütlenmelerin saygınlığına gölge düşürerek pasifize etme gayretinde olduğunu görüyoruz.
Evet Ergenekon, Özel Harp, Gladyo – Mafya İlişkileri, darbeci girişimler ve 12 Eylül darbecileri sorgulanmalı soruşturulmalı, eşit ve adil bir yargılamayla kamuoyu vicdanını rahatlatacak, sonuçları bir daha hiç kimsenin darbeye cesaret edemeyeceği hukuki cezalar görmelidirler. Kimsenin yaptığının yanına kalmayacağı bir adalet anlayışı hakim kılınmalıdır. Aksi halde hiç kimse kendini, kendi ülkesinde özgür ve güvende hissedemez. Eşit adil evrensel olmayan, hak ve özgürlükleri ciğneyen bir hukuk anlayışı, gün olur devran döner, kendi adaletiniz, birgün sizi vurur da size uzanacak yardın eli bulamazsınız.