YILANI BESLEMEYİN
Bu gün kendime şekerli ve demli bir çay söyleyeceğim. Hep açık ve şekersiz içerim ve hiç sevmem çayı bir de böyle deneyeceğim. Bir şans vereyim diyorum çaya. Baktım olmadı adını koyacağım artık neden sevmediğimin. Ağzımı buruyor, midemi ekşitiyor diyeceğim mesela.
İnsan sevdiğini neden seviyor, sevmediğinden neden hazzetmiyor bilecek. Onu elle tutulur hale getirecek. Sözcükleri vara yoğa kullanıp da içini boşaltmayacak. Ruhuma iyi geliyorsun, seninleyken kendimi daha iyi hissediyorum, tatlı dilini, özenli karar verişini seviyorum diyecek örneğin. Sevilene bunu hissettirmek de gönlün borcudur. Seni seviyorumlar işimi görüyorsun cebimi dolduruyorsun, çıkarlarıma giden yolu yapıyorsun şeklinde sonuçlanmasın ama.
İnsan birine sevmiyorum onu “uyuz” dememeli. Daha somut bir gerekçesi olmalı. Belki ön yargılıdır, sabit fikirlidir, kadir kıymet bilmezdir, belki de aklı fitne fücura çalışır da sevmezsin onu. Bütün şansları verdin baktın olmadı hoşlanmadığından da uzak durmayı bilecek insan.
Etrafıma bakıyorum da kim kime inanıyor, güveniyor, kimi seviyor belli değil. Daha doğrusu tüm bunları niçin yapıyor? Alışmış bana dokunmayan yılan bin yaşasın demeye. Bugün dokunmayan yılan acaba yarın ne yapar düşünmüyor. Halbuki insan ömrü gelip geçiyor, derken deprem öncüleri beliriyor bir gün. Çatlakları kapatmaya uğraşırken iç depremler ansısın yıkıyor insanları. Bir bakmışız seviyorum dediklerimiz başka hayatları yaşıyor. Yetmiyor, kendisini sevmek için gerçek nedeni olmayanları, arkasından vuruveriyor. Çıkarlar uymayınca yalnızlaşan insan da o görmezden geldiği hatta beslediği yılanın başını ezmemenin pişmanlığıyla saldırganlaşıyor.
Bize yakışır değerler uğruna, sevip nefret etmek de marifet. Sevmek davasını iyi anlamak lazım. Karşımızdaki kişi sadece çıkarlarımızla mı yoksa insanlığımızla mı uyuşuyor? Sorgulanmalıdır. Güven, sevgi, huzur ortamını sevme ölçütlerimizi belirlerken göstereceğimiz aklıselimliğimiz -doğru ile yanlışı birbirinden ayırma ve doğru yargılama gücümüz- getirecektir.